Dikkat edilirse, bu iki mezheb arasındaki ihtilaflar itikad meselelerindendir. Buna benzer daha başka bir çok mesele de vardır ki hepsi de akaid ile ilgilidir. Bu mezheblerin birinin iman dediğine diğeri küfür diyor ama hiç biri diğerini tekfir etmiyor. Neden? Çünkü tarafların kendince delilleri vardır; diğer bir ifade ile tarafların delilleri tevatür ya da kati nas değildir. Az ya da çok, delillerinde zan vardır.
Bu ihtilaflardan yukarıda yazdığımız nübüvvet meselesini ele alalım; bizler biliyoruz ki nebi ve rasullerden birinin peygamberliğini inkâr etmek küfürdür ve yine peygamber olmayan birinin de peygamber olduğuna inanmak küfürdür. Eğer ki biz eşariler gibi inanır isek kadınlardan peygamber olabileceğini kabul etmiş oluruz; bunu kabul etmeyen maturidilerin kadın nebileri inkâr etmiş olduklarını görürüz, bunun da ilk bakışta küfür olması gerekir. Yani her meselede tekfir etmeyeni tekfir edenlerin görüşüne göre. ya da maturidiler gibi düşünürsek eşariler nebi olmayan bazı kimseleri nebi olarak kabul ediyorlar, bunun da küfür olması gerekir. Ama biz bu meseleden dolayı sözkonusu bu iki tarafın tekfirleşmediklerini, aksine iki tarafın da biri diğerini, ehl-i sünnet saydığını görüyoruz. Neden bu davranışı sergilemişler? Çünkü iki tarafın da geçerli tevili ve delili vardır da ondan. Maalesef günümüz İslâmcıları arasında bu tekfir meselesi okadar basite alınmış, o kadar ileri gidilmiş ki en ufak bir meselede bile tekfir silahına sarılıyorlar, önlerine çıkan her meseleye bu küfürdür, bunun küfür olduğunu kabul etmeyenler de kâfirdir diye fetva veriyorlar. Hem de bunu delilsiz, sadece kendi yorumlarına dayanarak yapıyorlar. Yani bunlar kendi görüş ve yorumlarını nas kabul eder durumdadırlar. Allah bizleri bu duruma düşmekten korusun!
Genel Olarak İtikadî Konularda Sapmanın Sebebi:
Şu husus bilinmeli ki bu konuda genel olarak sapıtanlar yahut bu hususta hakkı bilmekten acze düşenlerin bu hallerinin sebebi, Rasûlun getirdiklerine tabii olmakta kusurlu hareket etmeleri ve bu yolu bilmeye ulaştıran dikkatli düşünmeyi ve istidlali terketmeleridir. Böyleleri Allahın kitabından yüz çevirdiklerinden sapıtmışlardır. Nitekim O şöyle buyurmaktadır:
Benden size bir hidayet geldiğinde kim benim hidayetime uyarsa o hem sapıtmaz, hem bedbaht olmaz. Kim de zikrimden yüz çevirirse gerçekten onun için dar bir geçim vardır ve onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz. Der ki: Rabbim niçin beni kör haşrettin? Halbuki ben görüyordum. Buyurur ki: Böyle. Çünkü sana âyetlerimiz geldiğinde onları unuttun; bu gün de sen böylece unutulursun. (Tâhâ 123-126)
İbn Abbas dedi ki: Yüce Allah Kurân-ı Kerîmi okuyup içindekiler gereğince amel eden kimselere dünya hayatında sapıtmamayı, âhiret hayatında da bedbaht olmamayı garantilemiştir. Daha sonra da bu âyet-i kerîmeyi okumuştur.
TEKFİR KONUSUNDA İHTİLÂF EDİLEN MESELELER
Bu konuda bilinmesi gereken önemli mesele şudur; kati nasla bilinen hiçbir konuda İslâm alimleri ihtilaf etmemişlerdir. Kati nasdan maksad, nassın subutu ve manaya delaletinin sarihliğidir yani nas en ufak bir zandan dahi uzak olmalıdır. Meselâ nas ayet ise mânâya delaleti kati olmalı; ölçüsü, sınırı, sayısı neyi kastettiği hiç bir şüpheye ve yoruma mahâl vermeyecek derecede açık olmalıdır. Eğer hadis-i şerif ise subutu da, mânâya delaleti de tevatur olmalıdır. Ehad veya meşhur haber zan içerdiği için bu gibi haberlerin hükmünde ihtilaf edilebilir. Kimi alime göre delil olan kimine göre delil olmayabilir ya da bu naslardan çıkarılan hükümle bazı alimler bir meseleye küfür, haram ve farz derken bir başkası haram, mekruh, ya da vacib, sünnet diyebilir. Çünkü hükme esas alınan nasda azda olsa zan vardır. Bu gibi ihtilaf konusu olan meselelere birer örnek verelim;
Küfür hükmüne örnek: Namazın terki imam Ahmede göre küfür iken diğer üç imama yani Ebu Hanife, Malik ve Şafiiye göre değildir. Bu imamlar biri diğerini tekfir etmemişdir. Neden? Çünkü mevcud deliller şüphe ve tereddüde meydan vermeyecek kadar kati değil, her görüşün kendince delili var.
Bir başka örnek: Mutezilenin en önemli prensiplerinden biri olan tevhid konusunda kendilerine mahsus bir açıklama yapmışlardır. Allah birdir, eşi ve benzeri yoktur. Allahın vahdaniyeti (birliği) ve kıdemi (kadim olması

, Mutezileye göre Allaha mahsus en özel sıfattır. Eğer Allahın kıdemi haricinde Ona çeşitli sıfatlar isnad edilirse bir çok kadim varlığın mevcudiyeti kabul edilmiş olur. Böylece taaddud-i kudemâ yani kadimlerin çokluğu ortaya çıkar ki bu durum Allahın birliği gerçeğine aykırıdır derler.
Görüldüğü gibi mutezile Allahın sıfatlarını kabul etmiyor hatta Allaha sıfat isnad edeni tekfir ediyor. Ehli sünnet ise sıfatları inkâr edeni tekfir ediyor. Mutezilenin bu fikrine küfür diyorlar. Ama mutezileden hiç kimseyi tekfir etmiyorlar; Ahmed bin Hanbelin Kuran mahlukdur diyenleri tekfiri. Bu genel fetvadır, şahıslara indirgendiğinde ise durum farklıdır.
Son örneğide maturidi ve eşari arasında olan şu ihtilafı verelim: Tekvin : Mâtüridîlere göre Allah Tealânın Tekvin diye müstakil bir sıfatı vardır. Eşarilere göre ise Tekvin hakiki bir sıfat olmayıp itibari bir sıfattır, kudret sıfatının bir taallukudur.
Bütün bunlar küçük birer örnektir, buna benzer bir çok mesele vardır ki itikadidir. İslâm alimleri ihtilaf etmişlerdir. Ama biri diğerini asla tekfir etmemiştir. Kurtaracak en ufak bir tevil, bir çıkış yolu varsa müslümanı kurtarma yönüne gitmişlerdir. Zaman zaman bir fırka diğer bir fırkayı bidat ehli, sapık fırka olmakla itham etmişse de asla tekfir etmemiştir.
Bu ve benzeri meselelerde hata edenleri büyük imamlar mümkün olduğunca tekfirden kaçınmışlar. Öyle ki herhangi bir konu doksan dokuz boyutu ile küfür olsa, bir boyutu ile de İslâm olsa, o meselede tekfire gitmeyip müslümanı kurtarma yönüne gitmişlerdir. Ancak kendi nefislerinde yüzde bir ihtimal de olsa, küfür tehlikesi olan meseleye yaklaşmayıp kaçmışlardır. Yani şüpheden dolayı tekfirden kaçmışlar, şu naslara ve benzerlerine kulak verip bağlı kalmışlardır:
Allah şöyle buyuruyor:
Dillerinizin yalan yere niteleyegeldiği şeyler için: Şu helâldir, şu da haramdır demeyin. Çünkü Allaha karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphe yok ki Allaha karşı yalan uyduranlar iflâh olmazlar. (Nahl-116)
Rasûlullah şöyle buyurdu: Gücünüzün yettiği kadar şüpheler ile hadleri düşürünüz (Ebu Dâvud,Salât,14;Tirmizî,Hudud-2) buyuruluyor.
Bilindiği gibi Allahın haram kıldığına helâl demek, helâl kıldığına da haram demek küfürdür. Hatta böyleleri tağut ve ilâhlık taslayan bir puttur. Dikkat edelim! Tağutu veya küfrü reddedelim derken, bizzat Tağut veya kâfir olmayalım. Nasıl mı? Allahın küfür dediğine İslâm, İslâm dediğine küfür diyerek. Nasıl olur böyle bir şey? Şöyle olur; kişi elinde hiçbir kati delil yokken kati hüküm verirse, hele hele bu da tekfir gibi çok tehlikeli bir mevzuda ise küfre girmesi kuvvetle muhtemeldir. Yukarıdaki ayetin tehdidinden kurtulmak ve şu hadis-i şerife kulak vermek için; Gücünüzün yettiği kadar şüpheler ile hadleri düşürünüz (Ebu Dâvud,Salât,14;Tirmizî,Hudud,2) İlim ehli tekfir meselesinde ağır davranmışlar, müslüman birini tekfir etmemek için adeta kılı kırk yarmışlardır. Heyhat ! günümüzün sözüm ona ilimden habersiz müctehidleri, bırakın tekfir etmemek için gayret etmeyi, tekfir edebilmek için kılı kırk değil, seksen yarmaya çalışıyorlar. Müslümanları kâfir ilan edebilmek için batıl teviller, batıl kıyaslar yapıyorlar. Bu sahte ve cahil, sözüm ona müctehidler ne usul bilir, ne hadis, ne Kuran bilir, ne de kıyas
Hatta bir çoğu doğru dürüsüt bir kitap dahi okumamışlardır. Kulaktan dolma bir takım nâkıs bilgilerle kendilerini müctehid sanırlar. Bu gibiler kendilerince birtakım îman ve küfür meseleleri belirlerler; bu belirledikleri mevzuları kesin doğru, kati nas kabul ederler. Bu kendi doğrularını kabul etmeyenleri kâfir ilan ederler. Bunu yaparken kendilerini takva ve din konusunda çok hassas sanırlar ve derler ki: bizler Tağutu red konusunda çok hassasız. Gel gör ki bu zavallılar reddettiklerini zannetikleri Tağutun bizzat yerini alırlar da farkında değiller. Bunlar kendi belirledikleri îman-küfür meselelerini kesin doğru kabul ettikleri için, bu meseleler hakkında konuşup tartışmayı küfür kabul ederler. Bu nedenle okudukları kitaplar ve görüştükleri alimleri kendi doğrularına uymuyor diye reddederler. Bunların misali, şu adamın misali gibidir: Adamın biri sarraf olmaya karar verir ve ilk iş olarak da bir mihenk taşı temin etmeye çalışır. Adam bu işi bilmediği ve duyumlarla yola çıktığı için mihenk taşını bilemez. O da kendince araştırır, nihayet bir mermer taşı alır, bu mihenk taşıdır der ve buna kendini inandırır. Sonra da elde ettiği altınları bu mermerle ölçmeye çalışır, derken elindeki altınları kıymetsiz maden parçalaı diyerek kaldırır atar. Bu yanlışı gören duyarlı sarraflar gelir, adama bak arkadaş sen yanlış yapıyorsun! bu attığın altındır, elindeki şu taş ise mihenk taşı değil, bir mermer parçasıdır derler. Adam: sarraflara kızar ve onları cahillikle suçlar. Onlara siz bu işi bilmiyorsunuz, sizler sarraf falan da değilsiniz diyerek karşı çıkar. Onları bu şekil ithamlarla etrafından uzaklaştırdıktan sonra da kendi kendine şöyle der: yahu bu adamlar yıllarca boşuboşuna çalışıp durmuşlar ama hiç de bir şey öğrenememişler. Bir süre sonra sermayesini hesaplar bir de ne görsün elde sermaye kalmamış. Üzülür, pişman olur ama ne çare
son pişmanlık fayda vermez.
İşte bu örnekte olduğu gibi, tekfirde aşırılığı kendilerine bir usul sayanlar, kendi ellerindeki delilin isabetli olup olmadığına bakmadan etrafa saldırırlar. Bunlar bırakın kendi delillerinin doğruluğunu tartışmayı, böyle bir şeyi teklif etmeyi de küfür sayarlar. Bu zihniyet sahiplerinin sapma nedenlerinin başlıcaları şunlardır:
1- Cehalet mazeret değil derler; şüphesiz bu söz doğru. Ama bu konuda ölçüyü, sınırı bilmezler; yani hangi mesele mazeret, hangisi değil, bilmezler. Dinin aslı olan meselelerde mazeret yoktur; bu doğru, furu meselelerde mazeret vardır. Bunu ne bilirler ne de bu meselelerdeki açıklamaları anlarlar yani tam bir cehalet ve kör taassub içerisindedirler.
2- İmanda şüphe caiz değil derler; doğru da lâkin ellerindeki delil, delil değil kendi yorumları olduğunu bilmezler ya da bunu kabullenmek istemezler veya işlerine gelmez. Yani eldeki delil yoruma açıksa ya da bizzat yorumsa buna itiraz edip araştırmak imanda şüphe değil, hükmün hakikatini tahkik etmekdir. Bunun gibi yorumlara teslim olmayanlara imandan şüphe ediyor demek veya bu sebeble böylelerini tekfir etmek, kişinin kendi görüş ve yorumunu nas kabul ettiği anlamına gelir; böyle bir duruma düşmekten Allaha sığınırız.
3- Birilerine olan hased, kin, nefret ve öfkelerinden dolayı bu yolu seçerler. Bunlar şu ayete kulak vermezler mi?:
Ey İman edenler ! Allah için hakkı ayakta tutanlar, adaletle şahidlik eden kimseler olun. Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Âdil olun. Çünkü o, takvaya daha yakın olandır. Allahtan korkun. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır...(Maide

4- Cehaletlerinden ve çok riyakâr olduklarından saparlar. Bunlara karşı ilmi mücadele verip, müminlerin zihinlerini bulandırmalarına müsaade etmemeli.