teblici
 
  Ana Sayfa
  İletişim
  Fatiha suresinin tefsiri
  Küfür olan davraniş ve sözler
  Küfür sistemi bayramlari
  Temyiz etrafındaki şüpheler
  Forum
  Tekfirde ölçülü olmak
  VAAZ
  Kütüphane
  Tekfircilere Cevap
  Temyiz ve Yusuf kıssası
Temyiz ve Yusuf kıssası
TEMYİZ MAHKEMELERİNE KÜFÜR DİYENLER BU KONUYA YUSUF SURESİNİN DELİL OLMAYACAĞINI İDDİA EDEREK ŞUNLARI YAZMIŞLAR. YAZIDA İDDİA ONLARIN CEVAP BİZİM YAZIMIZDIR. İDDİA Bu temyiz konusundaki meseleyi ayrı olarak yazmak istedim. Temyiz ve temyiz mahkemesinin görevlerini ve işleyişini iyice tetkik edip toparladım onları ekleyerek yazıma devam edeceğim inşallah; Temyiz Nedir? Temyiz; Hakkınızda verilen kararın bir kez de üst mahkeme tarafından incelenmesi demektir. Adli yargıda üst mahkeme Yargıtay, idari yargıda ise Danıştay’dır. CEVAP: Yusuf a.s da kendisini tutuklayan ve bir alt mahkeme olan Vezire yada onun tayin ettiği mahkemesine itiraz etti ve bu sebeble bir üst değil o ülkenin en üstü olan kırala konuyu bildirdi o kıralda kadınları toplayıp mahkeme etti. Hükümdar dedi ki: "Onu bana getirin." Ona elçi geldiğinde (Yusuf:) "Efendine (Rabbine) dön de ona sor: "Ellerini kesen o kadınların durumu neydi? Doğrusu benim Rabbim, onların hileli düzenlerini gerçekten bilendir." Yusuf (50) (Hükümdar topladığı o kadınlara:)"Yusuf'un nefsinden murad almak istediğinizde sizin durumunuz neydi?" dedi. Onlar: "Allah için, hâşâ" dediler. "Biz ondan hiç bir kötülük görmedik." Aziz (Vezir)in de karısı dedi ki: "İşte şu anda gerçek orta yere çıktı; onun nefsinden ben murad almak istemiştim. O ise gerçekten doğruyu söyleyenlerdendir."YUSUF (51) İDDİA Temyiz Nasıl Yapılır? Yasal süresi içerisinde hakkınızda karar veren mahkemeye verilecek bir dilekçe ile yapılır. CEVAP: YUSUF A.S DİLEKÇE DEĞİLDE ELÇİ VASITASI İLE SÖZLÜ OLARAK BUNU YAPTI: Ayrıca bu dilekçenin adı dava dilekçesi değil itiraz dilekçesidir yani verilen karara itirazınız varsa bu dilekçeyi vererek itirazınızı bildirirsiniz, dilekçe vermiyorsanız verilen karara itirazınız yok demektir. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; (bakara 256) İDDİA Temyiz Dilekçesi Nasıl Yazılır? Hakkınızda karar veren mahkemeye verilecek olan bu dilekçede kararı “temyiz ettiğiniz” açıkça ifade edilmelidir. Bu dilekçede, neden hükmün bozulmasını istediğinizi göstermeniz zorunludur. Yargılama esnasında oluştuğunu düşündüğünüz hukuka aykırılıkların tamamını sıra numarası vererek açıkça yazmanız gerekir. Temyiz dilekçesi taraf sayısından bir fazla nüsha halinde teslim edilir. CEVAP Bu mesele illada bu dediğiniz gibi yapılacak başka şekil olmaz diye bir şart yoktur. Ben bu karara itiraz ediyorum demeniz bile yeterlidir. Bunu isterseniz bir T.c. HUKUKCUSUNA SORA BİLİRSİNİZ. İDDİA Temyizde Ne İncelenir? Temyiz incelemesinin amacı yargılama esnasında bir hukuka aykırılık olup olmadığını tespit etmektir. CEVAPYusufun a.s şikayet ettiği kadınların, sorguya çekilmeside bu yüzden olmuştu zaten. Şunu bilki, Yusuf a.s da Allah katında suçlu değildi, müslüman olduğu için yargılanan, müslümanda Allah katında suçlu değil. Yani müslüman tağutun kanununda, onun anlayış ve mantığına göre suçlu sayılıyor. Yusuf da ozamanki kafir ve tağutların kanun ve mantığına göre, suçlu sayılıyordu “ Kadın dedi ki: «Beni hakkında kınadığınız işte budur. Andolsun onun nefsinden ben murad istedim, o ise, (kendini) korudu. Ve andolsun, eğer o kendisine emrettiğimi yapmayacak olursa, mutlaka zindana atılacak ve mutlaka küçük düşürülenlerden olacak”.Yusuf 32» . Yusuf a.s onlar kendini tahliye edip serbes bırakmalarına rağmen suçsuzluğunun ortaya çıkması, insanların kendisini suçlu sanmamaları için, kırala baş vurdu. Şimdiki muslümanlarda aynısını yapıyor. Ayrıca sizler, Allah katında da, tağutların kanunları karşısında da, suçsuz olan birinin, tağutların mahkemelerine, yada temyiz mahkemesine, gitmesini caizmi görüyorsunuz onu da caiz görmüyorsunuzki. Şu iddiada bulunuyorsunuz: Yusuf ozamanki kıralın kanununa göre de, Allahın kanununa göre de, suçsuzdu, bugün müslüman olduğu için, hapse atılan kişi onların kanununa karşı suçlu, bu sebeble, hakkında herhangi bir hüküm veren, mahkemenin hükmüne itiraz etmek caiz değildir, Yusuf’un a.s. yaptığına, bu durum kıyas edilmez diyorsunuz. Halbuki sizler bu sözünüzle tağutu reddetme emrine muhalefet ediyorsunuz, çünkü Allah, tağutu reddedin buyuruyor siz ise onların kanununa göre suçlu değilseniz itiraz edin yok böyle değilse itiraz etmeyin dinden çıkarsınız diyorsunuz. Cevap verin Allah aşkına, siz hangi taraftasınız, tağutun tarafındamı, yoksa Allahın tarafındamısınız. Haberiniz olsunki, sizler bu tutumunuzla Allahın değil, tağutun tarafındasınız, bunu bilin ve aklınızı başınıza alın. İDDİA Temyiz Sonucunda Ne Olur? Yargıtay/Danıştay, ilk derece mahkemesinin verdiği kararı inceler, hukuka aykırı bir husus saptarsa kararı bozar. Bozulan karar bir kez daha görüşülmek üzere kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilir. Yargıtay/Danıştay hukuka aykırı bir husus olmadığı görüşüne varırsa kararı onar. Böylece karar kesinleşmiş olur. CEVAP Yusuf a.s zamanındada durum aynı idi, eğer kıral Yusuf’u a.s. suçlu bulsaydı durum bundan farklı olmazdı.Çünkü tağuttan adalat beklenmez, o hukuksuz davrandığı için bir bakarsın suçsuzu suçlar atar zindana (nitekim Yusufun a.s. zindana atılmasıda bu şekilde haksızca olmadımı) suçluyuda serbes bırakır. Ozaman da durum böyle, adaletsiz idi, bugünde aynı, ne farkı var? Yani onların kanununa göre müslüman suçlu diye, bizdemi onu suçlu kabul edeceğiz, hani tağutun kanununu kabul etmiyordunuz, yoksa siz, müslümanlara onlar suçlu dedi diye, suçlu kabul edip, buna itiraz eden müslümanlarıda tekfirmi ediyosunuz?. Ayrıca Yusufda kendisini zindana attıran bir alt mahkemenin kararına itiraz ederek daha yetkili, bir üst mahkeme olan, kırala davayı götürdü. İDDİA Temyiz Edersem Cezam Ağırlaşır mı? Hayır. Halk arasında “Yargıtay’a başvurduğumda haksız çıkarsam karar daha da ağırlaşır” yönünde yanlış bir inanış vardır. Bu fikir tümüyle yanlıştır. Yargıtay temyiz edenin aleyhine karar vermez, cezayı ağırlaştırmaz. Hüküm sadece sanık tarafından temyiz edilerek bozulmuşsa yeniden yargılama sonucu verilecek ceza, önceki hükümle verilen cezadan daha ağır olamaz. Ancak unutulmamalıdır ki; katılanın (suçtan mağdur olan ve yargılamaya katılan kişinin) ve Cumhuriyet Savcılığı nın da temyiz hakkı vardır. Bunların temyiz başvurusu sonucunda karar sanığın aleyhine bozulabilir. CEVAP Yusufun a.s yaptığı başvuruda aleyhine değil lehine sonuçlandı zaten. İDDİA Karar Kendiliğinden Temyiz Olur mu? Hayır. Temyiz için talep etmek gereklidir. Bu kuralın bir istisnası vardır. Onbeş sene ve daha fazla hapis cezası verilen kararlar temyiz talebi olmasa dahi Yargıtay tarafından incelenir. Bu durumda olanların dışında tüm dosyalarda temyiz mutlaka davanın taraflarından birisi tarafından talep edilmelidir. Eğer hükmün açıklanmasından itibaren süresi içerisinde temyiz talebinizi hükmü veren mahkemeye bildirmezseniz temyiz hakkınızdan vazgeçmiş sayılırsınız. Cumhuriyet Savcısı kararı temyiz hakkına sahiptir, sanığın lehine veya aleyhine olarak temyiz yoluna gidebilir. Temyizde Duruşma Yapılır mı? Temyiz incelemesi kural olarak dosya üzerinden duruşma açılmadan yapılır. Ancak bazı yasal şartların bulunduğu durumlarda tarafların talebi üzerine veya yüksek mahkeme tarafından gerek görülmesi halinde temyiz duruşmalı olarak yapılabilir. Ceza dosyaları temyiz duruşmasına sadece sanık (ve avukatı) çağrılır. Tutuklu sanık Yargıtay’da yapılan temyiz duruşmasına katılamaz. Temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasını istiyorsanız bu talebinizi temyiz dilekçenizde belirtmeniz gerekir. CEVAP Yusufun a.s duruşmasınada kendisi değilde vekili yani avukatı durumunda olan elçi katıldı ve yusufu zindana attıran kadınlar katıldı. İDDİA Buradan anlaşıldığı üzere temyiz iddia edildiği gibi yeni bir mahkeme açma şeklinde görünmemekte ancak mesele kâfirden hüküm isteme durumu söz konusu yahut başka bir bakış açısı ile onların Müslüman üzerindeki hüküm verme yetkisini tanıma ve bir nevi de otoriteyi tanıma söz konusu. Hâlbuki Müslüman'a düşen hiç bir surette o mahkemeyi meşru bir mahkeme gibi tanımama ki savunma bile yapma bir şekli ile yine Müslüman'ın üzerinde mahkemenin o savunmaya binaen bir hüküm vermesini gerektirecektir. Bu durumda Müslüman'a düşen kuvvetli bir sabırdan başka bir şey değildir sonucuna bizi götürüyor. CEVAP Tağut Allahın emir ve kanunlarına muhalif kanun koyup emir verendir. Demek ki kişi Allah’ın hükmüne muhalif hüküm koyduğu zaman tağut oluyor; o zaman bu kanuna hiçbir geçerli mazeret yokken isteyerek itaat etmek küfürdür. Ama tağut tövbe edip İslam’a girmediği halde İslam’a mutabık ya da İslam’a zıt olmayan kanun koyarsa bu o tağutu küfürden kurtarmamakla beraber o İslam’ın kanununa uyan kanuna itaat eden ve o kanundan yararlanan kişi kâfir değildir. Buna tarihten bazı örnekler verelim. Yusuf a.s. Mısır azizinin karısının teklifini kabul etmediği zaman kadın saldırmış, Yusuf da kaçmıştı. Kapının önünde azizle karşılaştılar; kadın Yusuf’un kendisine saldırdığını, Yusuf da kadının saldırdığını iddia etti. Bunun üzerine aziz, onları mahkeme etti ya da ettirdi; sonra suçlunun kadın olduğunu anlayınca şöyle dedi: "Yusuf, sen bundan yüz çevir. Sen de (kadın) günahın dolayısıyla bağışlanma dile. Doğrusu sen günahkârlardan oldun." (Yusuf.29) “Yûsuf sen bundan vazgeç" sözlerini söyleyen, şahitlik eden şahıstır. Buradaki "Yûsuf" nidadır ve “yâ Yûsuf" demektir. Nida harfi hazfedilmiştir. "Bundan vazgeç" yani bunu kimseye söyleme ve bunu gizle! Demektir. Daha sonra kadına yönelerek, şöyle dedi: "Ey kadın Sen de günahının bağışlanmasını dile” yani kocandan bu günahını affetmesini, seni cezalan¬dırmamasını iste. "Çünkü sen gerçekten günahkârlardan oldun.” (Kurtubi) “Bu sözleri söleyen onları mahkeme eden kişidir” görüşünü alırsak Yusuf a.s. onların mahkemesine itaat etmiş oluyor, çünkü Yusuf a.s. o kadından yüz çevirdi ve aralarında geçen hadiseyi bir sır olarak sakladı, kimseye söylemedi. Bunu gizlemesini isteyen de mahkemeyi yapan şahıstı. Kurtubi bunun mahkeme olduğunu söylüyor. Kadının yakınlarından şahitlik eden kişi: “Kadının yakınlarından bir şahit de şöyle şahitlik etti...” buyruğundaki şahitliğin sebebi; iki tarafın söyledikleri birbiriyle çelişince, hükümdarın kimin doğru, kimin yalan söylediğini bilmek için şahide ihtiyaç duymasıydı. O bakımdan kadınının yakınlarından birisi şahitlik etti. Yani onun yakınlarından bir hâkim hüküm verdi. Çünkü söyledikleri bir hükümdü, bir şahitlik değildi.” (Kurtubi) *Bir örnek daha: Resulullah (s.a.v) zamanında da sahabe Safa ile Merve arasında tavaf etmenin cahiliye hükmü olduğu ve bu sebeple caiz olmayacağı zannına kapıldılar da Allah şu ayetini indirdi: “Şüphe yok ki Safa ile Merve Allah’ın alâmetlerindendir. Her kim Beyt'i hacceder veya umre yaparsa onlar arasında güzelce ta¬vaf etmesinde kendisi için bir vebal yoktur. Gönül isteği ile her kim bir hayır işlerse gerçekten Allah, şükredenlerin ecrini ve¬ren ve herşeyi çok iyi bilendir.” (Bakara 158) Ayetin Anlaşılmasına ve Nuzûl Sebebine Dair Rivayetler Buhârî Asım b. Süleyman’dan rivayetle şöyle demiştir: Enes b. Mâ-lik’e Safa ile Merve hakkında sordum. Şöyle dedi: Biz bunların (arasında ta¬vaf etmenin) cahiliyye işlerinden olduğu görüşünde idik. İslâm gelince oralardan uzak durduk. Yüce Allah’da: “Şüphe yok ki Safa ile Merve Allah’ın alâmetlerindendir. Her kim Beyt’i hacceder veya umre yaparsa onlar arasında tavaf etmesinde kendisi için bir vebal yoktur...” buyruğunu indir¬di.” İbn Abbas’tan şöyle dediği rivayet edilmektedir: Cahiliyye döneminde şeytanlar bütün gece boyunca Safa ile Merve arasında sesler çıkartırlardı. Bu ikisi arasında putlar da vardı. İslâm gelince müslümanlar: Ey Allah’ın Rasûlu!dediler; biz Safa ile Merve arasında tavaf etmeyiz. Çünkü bunlar şirk (koşu¬lan) varlıklardır. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil oldu. “Gayri İslâmi Mahkemeye -Yakalanıp Zorla Götürülse- Dahi O Mahkemeye İfade Vermek Velev Suçsuzum Dese Dahi Küfürdür” diyenler... Bu konuya kısaca cevap verip uzatmayacağım. Buna cevap Yusuf suresindeki şu ayetlerdir: “Kapıya doğru ikisi de koştular. Kadın onun gömleğini arkadan çekip yırttı. (Tam) Kapının yanında kadının efendisiyle karşılaştılar. Kadın dedi ki: “Ailene kötülük isteyenin, zindana atılmaktan veya acı bir azaptan başka cezası ne olabilir?” (Yusuf 25) (Yusuf) Dedi ki: “Onun kendisi benden murad almak istedi.” Kadının yakınlarından bir şahit şahitlik etti: “Eğer onun gömleği ön taraftan yırtılmışsa bu durumda kadın doğruyu söylemiştir, kendisi ise yalan söyleyenlerdendir.” (Yusuf 26) Onun gömleğinin arkadan çekilip yırtıldığını gördüğü zaman (kocası): “Doğrusu, bu sizin düzeninizden (biri)dir. Gerçekten sizin düzeniniz büyüktür” dedi. (Yusuf 28) Bu ayetlerde açıkça görülüyor ki kendisi istemediği halde içerisine düşürülmeye çalışılan bir meseleden dolayı Yûsuf a.s. mahkeme ediliyor; O da bu mahkemede savunma yapıyor. Bunun bir mahkeme olduğundan hiçbir şüphe yoktur! Bu konuda Kurtubi’den bir nakil yaparak bu konuyu bitirelim. Kadının yakınlarından şahitlik eden kişi: “Kadının yakınlarından bir şahit de şöyle şahitlik etti...” buyruğundaki şahitliğin sebebi; iki tarafın söyledikleri birbiriyle çelişince, hükümdarın kimin doğru, kimin yalan söylediğini bilmek için şahide ihtiyaç duymasıydı. O bakımdan kadının yakınlarından birisi şahitlik etti. Yani onun yakınlarından bir hâkim hüküm verdi. Çünkü söyledikleri bir hükümdü, bir şahitlik değildi.” (Kurtubi) İDDA Hatta avukat tutmak bile, ki İslam'da avukatlık diye bir kurumun olmadığını biliyoruz ve Müslüman'ın avukattan ilgili duruşma için incelikleri sorup, öğrenip ona göre davranması yeterli olabilecekken bir de o mahkemeyi zahiren meşru görüp Müslüman'ın üzerinde tasarruf hakkının bulunduğunu gösteren bu durumu Şeriat nezdinde meşru kılacak olan hükümler hangileridir CEVAP “Bu Mahkemeler İçin Savunma Amaçlı Avukat Tutmak Küfürdür” diyenler... Bu caizdir. Allah azze ve celle şöyle buyuruyor. “İkisinden kurtulacağını sandığı kişiye dedi ki: “Efendinin katında beni hatırla.” Fakat şeytan, efendisine hatırlatmayı ona unutturdu, böylece daha nice yıllar (Yûsuf) zindanda kaldı. (Yûsuf 42) Bu ayette Yûsuf aleyhisselam müslüman olmayan birine “efendinin yani hükümdarın yanında beni an” diyor, işte bu söz avukat tutmaya delildir. Eğer denilirse ki “avukata vekâlet vermek caiz değildir, çünkü avukat iman etmemiştir” Biz de deriz ki “Yûsuf aleyhiselam’ın vekalet verdiği kişi de müslüman değildi”. Ayrıca bu vekâlet ve velayet konusunda daha önce resmi nikâh konusunu açıklarken delilleri yazmıştık. Oraya bakılabilir. Eğer, “konu vekâlet değil, bu meselede tağutların kanununu ve hükmünü kabul etme vardır” denilirse, biz de “bunu iddia ederken delilin nedir, delilini getir” deriz. Çünkü gayri İslami yönetimlerde bazı kanunlardan yararlanılabilir. Mekke’deki himaye ve hilful fudul kanunları gibi. Buna rağmen bunu, küfür olan hüküm talebetme olarak iddia edip “mahkeme İslâmi değil, bu avukat sizi savunurken onların kanununa göre savunacak ve onlar da şu hükmü değil de bu hükmü talep ettiğini ifade edecektir” diyorsanız… Bilin ki Yûsuf aleyhiselam’ın zamanındaki o kral da onun kanunları da İslâm değildi. Yani bizler avukat tutmakla Yûsuf aleyhiselam ne yapmışsa onu yapıyoruz. O zaman din açısından durum ne ise bugün de odur. Hak yola ileten Allah azze ve celle ’ye hamd olsun. BENİM İDDİALARIMA ONLARIN CEVABI VE BENİM ONLARA REDDİYEM Buradaki iddia ve reddiye bana aittir. Cevap onlara aittir. Not:(Bana ait olan bölümler B onlara ait olan bölümler ise O harfi ile işaretlenmiştir) B-İDDİA: Bu iddia sahipleri yâni“ne şekilde ve hangi şartla olursa olsun, mahkemeye gitmek küfürdür” diyenler kendi yorumlarından başka bir delil getirmez veya getiremezler. Kendileri de maalesef ilimsiz, anlayışsız harici mantıklı kimselerdir, hatta haricilerden de beter kimselerdir. Bunlar kendilerinin delil aldıkları âlimlerin yazılarını dahi anlayabilecek kapasitede değillerdir. Delil aldıkları kendi görüşlerine tıpa tıp uyduğunu zannettikleri nakillerden birine misal İbn-i Kesir rahmetullahu aleyh’dir O-CEVAP: Getirilen tüm deliller Kur’an, Sünnet ve Âlimlere ait görüşlerdir ki bu konuda asıl sadece yorumlarla hareket eden sizsiniz. Daha önce verilen delillere ek olarak aşağıdaki sunduğumuz deliller de delilsiz veya sadece yoruma dayalı olarak ileri sürülen şeyler olmadığının örnekleridirler B-REDDİYYE: Gerçekten kuran sünnet ve âlimlerden delil veriyormuş gibi çok iddialı yazmışın ama verdiğin delillerin hiç biri senin görüşünü destekler nitelikten değil bilakis yaptığınız nakiller iddialarınızın doğru olmadığına delildir, dikkatle oku ve anla lütfen. O-CEVAP: 1 - Tefsirul Münir Vehbe Zuhayli Bu ayetler, nüzul sebebinde de zikredildiği gibi Allah Teâlâ'nın Rasul-i Ek¬rem (s.a.) Hazretlerine ve geçmişteki peygamberlere indirdiği kitaplara iman et¬tiklerini iddia eden, ama ortaya çıkan dava ve anlaşmazlıkların halledilmesi hu¬susunda Allah'ın kitabı ile Rasulünün sünneti dışındaki kaynak ve makamlara başvuran kişilere karşı Cenab-ı Hak tarafından bir red ve inkârdır. Ayetler, iniş sebebindekinden daha geniş manalar taşımaktadır. Allah'ın kitabı ile Sünnet-i seniyye'den ayrılan ve onlar dışındaki batılların -ki buradaki tağut ile kastedi¬len onlardır- hakemliğine müracaat eden herkesi yermekte, zemmetmektedir. B-REDDİYYE: Dikkat et verdiğin delil senin iddianı doğrulamıyor. Baksana Tefsirul Münirde Vehbe Zuhayli. Nediyor Allah'ın kitabı ile Sünnet-i seniyye'den ayrılan ve onlar dışındaki batılların -ki buradaki tağut ile kastedi¬len onlardır- hakemliğine müracaat eden herkesi yermekte, zemmetmektedir. Yermek ve zemmetmek, onu tekfir etmek değildir. Bizde zaten öylelerini yeriyoruz onların güzel bir iş yaptığını da söylemiyoruz. Diğer tarafta bakıyorum da bana delil getirirken, hep nuzul sebebinin dışına da çıkılabileceğini söylüyorsun evet bunda bir sakınca yoktur fakat sen konuyu yanlış anlayıp başka bir yöne çekiyorsun. O da şöyle oluyor, misal ayet Yahudiler hakkında dır, ama Müslüman olduğunu söyleyen biride çıkıp o Yahudi’nin yaptığı küfrü yada günahı işledi, işte buda onun aynıdır, isyan bakımından. Yoksa sizin anladığınız gibi, ayetin inişine sebep olan kişi, misal sahabe, bir iş yaptı diyelim, bunun üzerine ayet indi ve o sahabenin kâfir olmadığını açıkladı, ya da buna binaen, Rasulullah o sahabeye kâfir muamelesi yapmadı, sonrada bizim dönemimizde biri kalkıp o sahabenin fiilinin aynını yaptı işte bu durumda bu kişiye, sahabe senin yaptığını yaptı, kâfir olmadı ama sen kâfirsin mi diyeceğiz? Hayır, bu doğru olmaz, bu olsa, olsa, çifte sıtandart ve sapıklık olur. İşte bizim konumuz budur Nisa 60 ve 65. ayetlerinin nuzül sebebi içerisinde bunu yapanların Müslüman hatta bedir ashabı olduğu rivayeti de vardır. Haydi diyelim bu rivayetler yanlıştır o rivayetleri almayalım. Biz tekfir edebilecek rivayeti alalım. Bu durumdada bazı sorunlar vardır şöyleki: 1-Bu rivayeti yapanları hiçbir âlim tekfir etmemiş bu rivayeti nakledenler çok kıymetli âlimlerimizdir. Yaptıkları bu rivayeti de doğru kabul etmişlerdir. 2-Biz bu durumda tekfir etmeyenleri tekfir etmekle önce bu nakilleri yapan sonrada bunları tekfir etmeyen âlimleri tekfir etmiş oluruz. 3- Bizler de bu âlimleri tekfir etmediğimiz için bu durumda biz kendimizi tekfir etmiş oluruz. 4_ İbn Abbas dedi ki: Bişr diye anılan münafıklardan bir kimse ile Yahudi birisi arasında bir anlaşmazlık vardı. Yahudi: Haydi gel seninle Muhammed’e gidelim dediği halde, münafık olan da: Hayır, Kâ’b b. el-Eşref e gidelim, dedi. İşte yüce Allah’ın “tağut” yani tuğyan eden kimse adını verdiği kişi budur. Ancak Yahudi, Rasûlullah’dan başkasının hükmüne başvurmayı kabul etmedi. Münafık durumu görünce, onunla beraber Rasûlullah’ın yanına vardı. Hz. Peygamber de Yahudicin lehine hüküm verdi Hz. Peygamberin yanından çıktıkları vakit münafık “ben bu hükme razı değilim,” dedi. “Haydi, seninle Ebû Bekr’e gidelim.” Hz. Ebû Bekir de Yahudi lehine hüküm verdi. Yine münafık buna da razı gelmedi. Bunu da ez-Zeccâc zikretmiştir. Bu sefer dedi ki:“Haydi seninle Ömer’e gidelim.” Bunun üzerine Ömer’e gittiler. Yahudi dedi ki: “Biz önce Rasûlullah’a gittik, sonra Ebû Bekir’e gittik. Fakat bu bir türlü razı olmadı.” Hz. Ömer, münafık olana: Bu durum dediği gibi midir? Diye sordu. Münafık: Evet deyince Hz. Ömer: “Ben yanınıza çıkıp gelinceye kadar burada durunuz” dedi, içeri girdi; kılıcını alıp çıktıktan sonra ölünceye kadar kılıcıyla münafığa vurmaya devam etti ve dedi ki: “İşte ben Allah’ın ve Rasûlu’nün hükmüne razı olmayan kimsenin aleyhine bu şekilde hüküm veririm.” dedi. Yahudi ise kaçıp gitti ve bu ayet-i kerime nazil oldu. (Kurtubi) Dikkat edelim Ömer (r.a) o münafığı niçin öldürdüğünü açıklıyor. “İşte ben Allah’ın ve Rasûlu’nün hükmüne razı olmayan kimsenin aleyhine bu şekilde hüküm veririm.” diyor. Yani Ömer (r.a): “tağuta gidene hükmüm budur” demiyor. O ne diyor; “Allah’ın ve Rasûlu’nün hükmüne razı olmayan kimsenin aleyhine bu şekilde hüküm veririm.” diyor. Eğerki biz bu meselrye kıyas ederek bir neticeye varacaksak önce bu var olan hükmün illetini tesbit etmeliyiz. Bu meselenin iletide bu konoda doğru karar verdiği için Faruk ünvanını alan ömer r.a trafında şu şekilde belirtilmişti “İşte ben Allah’ın ve Rasûlu’nün hükmüne razı olmayan kimsenin aleyhine bu şekilde hüküm veririm.” Dolayısı ile bizler illeti tespit için uğraşmamıza lüzum yoktur. Bu meselede küfür olan husus Allah’ın ve Rasûlu’nün hükmüne razı olmamaktır. Kişi Allah’ın ve Rasûlu’nün hükmüne razı olmakla beraber tağutun hükmünün batıl ve yanlış olduğunu bilerek nefsine uyduğu için gitmişse Allah’ın ve Rasûlu’nün hükmüne razı olmadığını nasıl iddia edersiniz. Ayrıca temyize başvurmak tağuta itiraz etmektir ondan hüküm talep etmek değildir. 5-Eğer biz bu meselelerde titiz davranalım deniliyor ve onun için tekfir yönüne gidiliyor ise buda el, kesesinden cömertlik yapmak olur, çünkü burada bir şüphe vardır, madem bizde takvalı isek, şunu yapmamız gerekir. Biz bu şüpheli meseleden şiddetle kaçarız, bunu yapanı da var olan şüpheden dolayı tekfir etmeyiz çünkü bu takvaya daha uygundur. Yani meselede bir şüphe var, bize Resulullah’ın tavsiyesi de, şüphelerle hadleri düşürmektir. Yine bir Müslüman’a kâfir diyen de kendi kâfir olur, bu sebeple biz şüpheden kaçar, o fili işlemeyiz, yine şüpheden kaçar, o şüpheli fiili işleyeni tekfir etmeyiz. İşte bu hem akla, hem mantığa ve asıl olan İslam ahlakına ve Rasulün sünnetine daha uygundur. O-CEVAP: 2 - İbni Kayyım el-Cevzi Tariku'l Hicreteyn - Münafıkların Sıfatları Babı Onların en bârîz özelliklerinden biri de tartışma ve çekişme esnasında sen onları Kur'ân ve sünnete başvurmaya davet ettiğin zaman, onlar bunu kabul etmez ve tâğutlarına gidip olmak için seni davet ederler. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: " (Ey Muhammed), sana indirilen (Kur'ân)'a ve senden önce indirilen (kitaplar)a inandıklarını (sözde) iddia edenleri görmedin mi? Kendilerine inkâr (ve red) etmeleri emredildiği halde yine de tağutta (Allah'ın hükümleriyle hükmetmeyenlerde) mahkeme olmak isterler. Şeytan da onları (böylece hidâyetten) uzak bir sapıklıkla büsbütün saptırmak ister. Onlara: "Haydi (hakem olarak) Allah'ın indirdiği (Kur'ân-ı Kerimi) ne ve Rasûlü'ne gelin" dendiği zaman, münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün. Elleriyle yaptıkları (kötülükler) yüzünden kendilerine bir felâket geldiği vakit: "Biz iyilik etmek ve uzlaştırmaktan başka (bir şey) istemedik" diye nasıl da Allah'a yemin ederek sana gelirler. Onlar, kalplerinde olan (yalan) ı Allah'ın bildiği kimselerdir. Onlara aldırma, yine de onlara öğüt ver ve kendileri hakkında tesirli söz söyle." (Nisa, 60–63) B-REDDİYYE: Bizim konumuz İslam mahkemeleri yokken tağutun tağutluğunu bilip onun adaletli olmadığına da iman ettiği halde başka bir çare bulamadığı için ondan adalet beklemeden tağutun mahkemesine giden kişinin durumudur. Hatta temyiz'e, baş vuranın durumudur. Senin naklin deki ifade İslam mahkemesine davet edildiği halde onu istemeyerek tağuta giden kişinin durumu ile alakalıdır. Hatta islamın değil de tağutun mahkemesini istemekle kalmayıp biz Müslümanları da ona davet eden bir kâfiri anlatıyor. Diğer taraftan, İbn-i Kayyım, şöyle der: “Günah olan bir işte amirlere itaat eden kişi günahkâr olur. O işi emir üzerine yapmış olması Allah yanında ona mazeret oluşturmaz. Fakat sadece itaat etmekle kişi kâfir olmaz; kâfirlik itaatin yanında itaat ettiği yanlışın doğru olduğuna inanmak halinde vücut bulur. İbnul Kayyim ş.3/429 O-CEVAP: 3 - İbni Kayyim el-Cevzi Tariku'l Hicreteyn - Yüce ve Değerli Olan Zenginlik Babı Artık bu kul, mevlasının hiçbir hükmüne karşı içinde bir kızgınlık hissetmeyip mevlasının hakları haricinde halklarda münakaşa etmez. Böylece bütün münakaşaları ve çekişmeleri Allah için olup sadece Allah'ın hükümlerine başvurup olur. Nitekim peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) gece namazının iftitah duasında şöyle derlerdi: "Allahım! Sadece sana teslim olur ve sana iman ederim. Sana tevekkül eder ve sana dönerim. Senin (adınla) münakaşa eder ve senin (hükümlerinle) muhakeme olurum." (el-Buhari - el-feth, 6,566; Müslim, 2327.) B-REDDİYYE: Bunun cevabı da yukarda verildi. Biz İslam mahkemesi varken bunu terk edip tağuta gideni tartışmıyoruz biz tağutu istemediği halde başka bir çare bulamadığı için ona gidenin durumunu ve bunu tekfir etmeyenlerin durumunu tartışıyoruz. Hatta tağuta itaat etmiş olmamak için ona itiraz ederek itiraz dilekçesi veren kişinin durumunu tartışıyoruz. Ve siz bunu yaparsa bunu yapan da, onu tekfir etmeyende ve onları tekfir etmeyende tekfir edilir diyorsunuz. Bizde sizin bu iddianızla tağutun hükmünü itiraz bile edilemeyecek kadar üstün görerek kutsadığınızı söylüyoruz. O-CEVAP: 4 - İbni Teymiyye -Muvaffakat-u Şârihi'l-Ma'kul li-Sahihi'l Menkul - Kur'an İle Amel Edenler Ne Dünyada Yolunu Şaşırır Ne de Ahirette Mutsuz Olurlar Babı Allah Teala, münafıkların sıfatı hakkında şöyle buyuruyor: "Sana indirilen Kur'an'a ve senden önce indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tağutun huzurunda olunmalarını isterler. Oysa onları tanımamakla emrolunmuşlardı. Şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister. Onlara, "Allah'ın indirdiğine ve Peygamber'e gelin" dendiği zaman, münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün. Başlarına kendi işlediklerinden ötürü bir musibet çattığında sana gelip: "Biz iyilik etmek ve uzlaştırmaktan başka bir şey istemedik" diye nasıl da Allah'a yemin ederler! İşte bunların kalplerinde olanı Allah bilir, onlardan yüz-çevirir, onlara öğüt ver, kendilerine tesirli sözler söyle..." (Nisa: 4/60–63) Bu ayetlerde Kitap ve Sünnetten başka bir şeyle olunmak isteyen kişinin sapıklığına, münafıklığına delalet eden çeşitli ibretler vardır. İsterse o kişi, şer'i delillerle, müşriklerin ve ehl-i kitabın tağutlarından alınmış olan, onun "akliyat" olarak isimlendirdiği şeyler arasında uygunluk kurmak istesin, sonuç değişmez. Bu ayetlerde daha pek çok ibretler vardır. B-REDDİYE: Buda konumuza tam ışık tutmuyor, İslam mahkemesi varken ona gitmemek bu sözlerin kapsamına girer ama öyle bir mahkeme yokken durum nedir? İşte bu anlaşılmıyor. Ama İbni Teymiyye’nin şu fetvaları açıktır. Necaşi’ye Kur’an hükmü ile hükmetmek mümkün değildi. Kavmi onu bu şey üzere kabullenmezdi. Müslümanlar ve tatarlar arasında kadı veya imam olan birçok kişinin nefsinin derinliklerinde adaletle amel etme ( arzusu) vardır ki, bunu yapmak onun için imkânsız idi, bilakis onu bu şeyden men edecek kimseler vardı. Allah da nefse yüklenemeyeceği bir yükü yüklemez. Yine İbn Teymiyye (661–728 h/ 1263–1328 m) “Mecmuatul Fetava” isimli eserinde şunları söylüyor: “Ahbar ve Ruhbanlarına, Allahın haram kıldığını helal, helal kıldığını da haram saymada itaat ederek, onları kendilerine rabler edinenler iki hâlde olur: 1. Hâl: Ahbar ve Ruhbanların Allahın dinini değiştirdiklerini bilmeleri ve bu tebdile / değiştirmeye rağmen onlara tabi olmaları, onların Rasullerin dinine muhalif olduklarını bildikleri hâlde, önderlerine tabi olarak (uyarak) Allah’ın haram kıldığının helâl, helâl kıldığının haram olduğuna itikad etmeleri hâli. Bu küfürdür. Ruhbanlara namaz kılmamaları, secde etmemelerine bakmayarak, Allah ve Rasulü bunu şirk saymıştır. Böylelikle, kim, dinin hilafına olduğunu bildiği ve dediğinin Allah ve Rasulünün dediğinden farklı olduğuna inandığı halde, dinin aksine başka birine (sadece amelde değil aynı zamanda itikatta da) tabi olursa (itaat edip uyarsa) diğerleri gibi müşriktir. 2. Hâl: Helâlin haramlığı, haramın helâlliği mevzusunda itikad ve imanlarının sabit olması (yani birinci hâlden farklı olarak Allah katında olduğu şekilde kabul etmeleri). Lâkin günah olduğuna itikad ederek bunu yapan Müslümanın fili gibi, Allaha isyanda onlara itaat etmeleri hali. Bu durumdaki insanların hükmü, günahkârların hükmü gibidir (yani müşrik değil, sadece fasıktırlar).” (Mecmuatul Feteva: 7/49(70) Darul Vefa: 1426/2005) Bu fetvalarda sizin gibi tekfir etme yerine bizim gibi tekfir etmemeyi tercih ediyor. Okuyun ve anlayamıyorsanız bile bari anlamaya çalışın yinede anlayamıyorsanız işi ehline bırakın ona sorun sizin anlayacağınız şekilde anlatsın sizde ilimsiz âlimliği bırakarak ilim ehlini dinleyin, sizin yapmanız gereken budur. O-CEVAP: Yine İbn-i Kesir (rahimehullah), tarihinde şöyle demektedir: “Her kim mensuh (hükmü kaldırılmış) şeriatlara muha¬keme olur, nebilerin sonuncusu Muhammed (s.a.s)’e inen şeriata muhakeme olmazsa, muhakkak kâfir olur. Durum böyleyken acaba İslam şeriatını terk ederek Yesak’a muhakeme olan, Yesak’ın kanunlarını İslam kanunlarından daha önde tutan kişinin durumu nasıl olur acaba? Bilinsin ki, böyle yapan kimse Müslümanların icmasıyla kâfirdir.” B-REDDİYYE: Bunlar kendilerinin delil aldıkları âlimlerin yazılarını dahi anlayabilecek kapasitede değillerdir. Delil aldıkları, kendi görüşlerine tıpa tıp uyduğunu zannettikleri nakillere bir bakın gerçekten bunlar okuduğunu anlayamayacak kadar ilim ve anlayıştan yoksun kimselerdir. Dikkat edilirse İbn-i Kesir’in tekfir ettiği kişiler “... İslâm şeriatini terk ederek Yes’ak’a muhakeme olan, Yes’ak’ın kanunlarını İslâm kanunlarından daha önde tutan...” kişilerdir. İşte onların kendilerine delil olacağını sandıkları nakillerin en neti budur. Bu da onların anladığı gibi “yani ne şekilde ve hangi şartla olursa olsun mahkemeye gitmek hatta temyize bile gitmek, küfürdür” diyenlerin anladığı gibi değildir. Çünkü Cengiz Han denen mel’un Âlem-i İslâm’ı istila ettiği zaman, müslümanların kendi aralarında Vali ve Kadı seçmelerine müsaade etmişti. Yani o dönemde tağutun mahkemesinin yanı sıra İslâm mahkemesi de mevcuttu. Dolayısıyla o zamanda Yes’ak’a muhakeme olanlar açıkça İslâm hükmünü beğenmedikleri için gidiyorlardı. İbn-i Kesir’in bu fetvasının, iddia sahiplerinin iddialarına delil olacak bir tarafı yoktur. O-CEVAP: 5 - İmam Maturidi – Tevhid - İman Hakkında Kısmı «Sana indirilen Kur'ân'a ve senden önce indirilen Kitaplara iman ettik diye boş iddiada bulunanlara bakmayınız. O, azgın şeytana muhakeme olmak istiyorlar. Hâlbuki onu (Şeytanı) tanımamakla emrolunnıuşlardır. Şeytan ise, onları çok uzak bir sapıklığa düşürmek ister Böylece meyletmek ve muha¬keme olmak, her ne kadar imanın kendisi ile bulunduğu şeye iman etti¬ğini boş olarak iddia edip dili ile haber veriyorsa da küfür için terkolur. Tevfik Allah'tandır. B-REDDİYYE: Tamam, doğru eğer kişi iman etmediği halde boş olarak böyle bir şey iddia ediyorsa o zaten kâfirdir. Lütfen konuyu anlayarak delil getirmeye çalışın alakasız laf kalabalığı ile ya da süslü sözlerle beni etkileyeceğinizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Be delile bakarım sıloganik sözlere değil. O-CEVAP: 6 - Fethu'l-Mecid Şerhu'l-Kitâbi't-Tevhîd. Yazar, Şeyh Abdurrahman B. Hasan - Allah (c.c.)'tan Başkasının Kanunlarına Başvurmak Babı İbnul Kayyım (r.a.) da şöyle diyor: "Tefsir âlimlerinin çoğu diyor ki: Yeryüzünde Allah'a (c.c.) karşı masiyet işleyerek fesat çıkarmayın, Allah (c.c.) Rasuller göndermek suretiyle onları ıslah ile düzelttikten sonra Allah'tan (c.c.) başkasına itaate çağırmayın. Göreviniz şeriata çağırmak ve Allah'a (c.c.) itaate davet etmektir. Allah'tan (c.c.) başkasına ibadet etmek ve O'ndan başkasına davet etmek Allah'a (c.c.) şirk koşmak ve emrine karşı gelmektir. Ayrıca Allah'a (c.c.) ortak koşmak, Allah'tan (c.c.) başkasına ibadette bulunarak Allah'tan (c.c.) başkasına çağırmak suretiyle şirk koşmak, yeryüzünde en büyük fesadı çıkarmaktır. Bu şekilde yeryüzünde fesad çıkarmak bizzat şirkin kendisi ve Allah'ın emrine muhalefettir. Allah'tan (c.c.) başkasına davet, Allah'tan (c.c.) başka bir mabud edinmek, Rasulullah'tan (s.a.v.) başka itaat olunacak, uyulacak birini aramak, yeryüzünde en büyük fesattır. Dolayısıyla bunlarda salah söz konusu olmadığı gibi, bunların ardından gidenler için de salah söz konusu değildir. Zira itaat olunacak tek ve yegâne mabud sadece ve sadece yüce Allah'tır. Bu itibarla yalnız O'na davet edilir. Taat ve tabi oluş ancak Rasulullah'adır (s.a.v). Şayet bir kimse, Rasulullah'a (s.a.v.) itaati emrediyorsa, kendisine uyulur, eğer Rasulullah'a (s.a.v.) masiyeti, şeriatın aksine hareket etmeyi emrediyorsa, bu takdirde itaat edilmez ve emirlerine uyulmaz. Dolayısıyla âlemin durumunu gereğince düşünen bir kimse, şu gerçeği kesinlikle görür ki, yeryüzündeki her salahın tek bir sebebi vardır; o da Tevhid inancı, Allah'ı (c.c.) bir tek olarak tanımak, O'na ibadet etmek ve Rasulüne itaat etmektir. Dünyadaki her kötülüğün, kıtlık, düşman baskını, fitne, bela vb. şeylerin tümü Allah'ın Rasulüne muhalefetten, Allah (c.c.) ve Rasulünden (s.a.v.) başkasına davet etmekten kaynaklanmaktadır." Ayetin konu başlığıyla olan münasebetine gelince, bilindiği gibi Allah ve Rasulü dışında birine muhakeme olmak yeryüzündeki masiyetlerin en büyüğü ve fesadın da en kötüsüdür. Bunlar için salah ancak Allah'ın Kitabı ile Rasulünün Sünnetini hakem kabul etmekten geçer. Çünkü müminlerin yolu ancak bu yoldur. B-REDDİYYE: Öncelikle şunu iyice öğrenin ve anlayın ki ibni kayyumda senin ismini zikrettiğn Şeyh Abdurrahman B. Hasanda İslam mahkemelerinin olduğu yerlerde yaşayan insanlardır, bu bir. İkincisi onlar böylelerini tekfir etmeyenleri tekfir etmiyor ki olsa olsa onlar o tağuta gideni ve bunun da caiz olduğuna tauğutun hükmünün doğru olduğuna inanan kimseleri tekfir ediyorlar, buda iki Şunuda aklınızdan çıkarmayın ki bizde zaten o mahkemelere gitmedik ve kimseye de gidebilirsiniz diye bir şey demedik demiyoruz da. Ayrıca ibn kayyım, itaatın yanı sıra bu yapılan itaatin caiz ve doğru olduğuna inanan kimseyi tekfir ediyor. Bunu caiz ve doğru kabul etmeden yapanı günahkâr mümin kabul ediyor. O şöyle der: “Günah olan bir işte amirlere itaat eden kişi günahkâr olur. O işi emir üzerine yapmış olması Allah yanında ona mazeret oluşturmaz. Fakat sadece itaat etmekle kişi kâfir olmaz; kâfirlik itaatın yanında itaat ettiği yanlışın doğru olduğuna inanmak halinde vücud bulur. İbnul Kayyim ş.3/429 O-CEVAP: 7 - Şeyh Hamed b. Atik Sebiylu’n Necati ve'l Fekaki Min Muvalati'l-Mürteddiyn ve Eh-li'l İşrak - İnsanı İslam'dan Çıkaran Şeyler Babı Allah-u Teâlâ'nın Kitabından ve Rasulü'nün Sünnetinden Başka Bir Şeyle Muhakeme Olmak, Tartışma ve Anlaşmazlıklarını Şeriate Göre Değil de, Mevcut Sistemlerin Hukukuna Göre Çözmeye Çalışmak İbni Kesir şöyle diyor: "Bilindiği gibi cahiliye halkı, inandıkları cehalet ve sapıklık sistemiyle hüküm verirler, yargılamalarını cahiliye sistemine göre yürütürlerdi. Tatarlar da, Cengiz Han'ın koyduğu kanunlara göre hüküm verirlerdi. Cengiz Han onlar için bir anayasa hazırlamış ve bunda farklı şeriatlerdeki hükümleri bir araya getirmişti. Tatarlar bunu evlerinde bulundururlar ve bir konuda hüküm vermek istediklerinde bunu esas alırlardı. Kim böyle birşey yaparsa kâfirdir, Allah-u Teâlâ ve Rasulü'nün sallallahu aleyhi ve sellem hükmüne dönünceye kadar kendileriyle cihad etmek farzdır. Çünkü hiçbir hüküm, Allah-u Teâlâ ve Rasulü'nün sallallahu aleyhi ve sellem hükmünün üzerine çıkarılamaz. Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: "Yoksa onlar cahiliye hükmünü mü arıyorlar? İyi anlayan bir toplum için, Allah'tan daha güzel hüküm veren kimdir?" (Maide: 5/50) B-REDDİYYE: Biz buna daha önce cevap verdik ama bir daha verelim. Belki bu sefer anlaşılır. Bakın, o tatarlar Cengiz hanın kanunlarına o kadar iman etmişler ki evlerinde bu kitabı bulunduruyorlar ve her hangi bir meselede ihtilaf ederlerse ya da başka bir ifade ile doğrunun yanlışın, hakkın batılın, tespiti için ona başvuruyorlar o kitabın doğru dediğinin doğru yanlış dediğinin yanlış olduğuna inanıyorlardı. İşte ibn kesir bunları tekfir ediyor. Unutma ki bizim konumuz tağuta itiraz ederek itiraz dilekçesi ile temyize başvuranların hükmünün ne olduğudur. O-CEVAP: 8 - Tevhid – Abdullah b. Abdurrahman - TAĞUT Babı İbni Kesir: "...tağuta muhakeme olmak istiyorlar..." (Nisa: 4/60) ayetiyle ilgili olarak: "Bu ayet Ka'b b. Eşrefi hakem kabul etmek ya da cahiliye düzeninin mahkemelerine gitmek isteyenler hakkında nazil olmuştur." der. Benzeri şeyleri açıklarken de der ki: "Ayet, hüküm bakımından geneldir. Bütün bunları kapsar. Çünkü Kitap ve Sünnetten yan çizen herkesi yermektedir. İşte bunun için tağuttan maksat Kitap ve Sünnet dışındaki mahkemelerdir." B-REDDİYYE: Ayetin genelliği doğru bizim buna ihtirazımız yoktur. Ama bunu, sizin anlayış biçiminize ihtirazımız vardır bunuda konunun girişinde yazmıştım. Bu nuzul sebebi olarak nakledilen kab bin el eşref olayını iyi incelersek şunları görürüz. 1) O munafık ilk olarak Rasulullah (sas)'a gitmek istemedi. Bu bir. Yahudinin ısrarı ile Rasulullah (sas) 'a gittiler. Bu iki. Rasulullah (sas')ın hükmünü beğenmedi. Bu üç Daha sonra Ebu Bekr (ra)'e gittiler. Onun hükmünü'de beğenmedi. Buda dört Ve Ömer (ra)'a gittiler. Buda beş Nihayet Ömer (ra) munafığın boynunu vurdu. Ve onu öldürme sebebini şöyle açıkladı: “İşte ben Allah’ın ve Rasûlu’nün hükmüne razı olmayan kimsenin aleyhine bu şekilde hüküm veririm.” dedi. Sizin gibi neden tağuta itiraz ettin bu yapığınla bir üst tağutu kabul etmiş oldun demedi. Aksine o munafığa önce yahudinin söylediği gibi gerçekten Rasulullahın hükmüne razı olmadın mı? diye sordu. Sonra hüküm verdi. Bu hükmü de niçin verdiğini yukarıdaki gibi açıkladı. 2) O vakit de iki muhakeme vardı. Biri hak olan Rasulullah (sas)'ın muhakemesi, diğeride batıl mafyavari Ka'ab bin Eşref'in muhakemesi. Yani vakıalar birbirine kıyas edilecekse illetler birbirinin aynı olmalıdır. Kıyas yapan kişi önce bu işe ehil olmalı sonrada hüküm lerin illetlerini iyi tesbit etmelidir. Yoksa önüne gen kıyas yaparsa işte böyl islam mahkemesini istemeyan ve islam mahkamasine gitmemek için bütüm imkanlarını kullandığı halde başka çare bulamadığı içiç islam mahlemelerine giden ve sonra du bunu beğenmeyip başka çareler aramaya çalışan biri ile, islamı çoksevdiği ve islam mahkamelerini çok istediği halde bunu bulamadığı için, başına gelen bir belayıda başka türlü savamadığı için, tağuta buğuz ederek ve onu istemediği halde mecbur kalarsak giden insanı birbirine kıyas etme hatasına düşer. O-CEVAP: 9 - Seyyid Kutub – Kur’anın Gölgesinden Mesajlar Birde gözle görülür apaçık bir şirk vardır ki; O, hayatla ilgili herhangi bir konuda Allah'ın dışında veya Allah ile beraber herhangi bir mercie boyun eğmektir. Allah'ın hükümlerinin dışında başka bir hükümle muhakeme olmayı kabul etmektir. Allah'ın belirlemediği, tamamen insanların çıkarmış oldukları örf, gelenek, bayram, tören gibi özel günleri kutlamak, Allah'ın emrine muhalif kıyafetleri giymek, dinin örtülmesini istediği yerleri açmaktır. Tüm bunların büyük şirk olduğu o kadar açıktır ki, tartışmak mevzu bahis bile değildir. B-REDDİYYE: Bu naklinde konumuzla alakası yoktur. Ayrıca Seyyid Kutup, kardeşi Muhammed kutup için mahkemeye başvurduğunu Muhammed Münir gatman kitabında naklediyor. Yine Seyyid Kutup Yusuf a.s suresi 50. ayetinin tefsirinde şöyle der. Fi Zilali’l Kur’an – Seyyid Kutub Hz. Yûsuf, kralın kendisini huzura çağıran buyruğunu reddetmişti! Reddetmişti, çünkü bir şartı vardı! Öncelikle kral, meselesini gerçek yüzüyle bilmeli; kadınların ellerini neden kestiklerini soruşturup öğrenmeliydi...... Dolayısıyla bu davanın soruşturulması, Hz. Yûsuf’un bulunmadığı ve tartışmalara girişmediği bir ortamda yapılmalıydı ki, gerçek tüm çıplaklığıyla ortaya çıksın!... Zira Yûsuf kendine güveniyordu, suçsuzluğundan emindi. Gerçeğin ve hakkın uzun süre örtbas edilemeyeceğinden, gerçeğin ve hakkın uzun süre çarpıtılamayacağından kesinkes emindi o! Elçi dönüp gitti ve durumu krala aktardı. Kral da bunun üzerine kadınları huzuruna çağırarak sorguya çeker. Bunlardan söz edilmemesine karşın, olayların bu şekilde geliştiğini bir sonraki ayetten anlıyoruz; Ayetteki özgün sözcüğüyle “el-hatb”, Başa gelen önemli bir iş demektir. Bu sözüne bakılırsa kral, kadınlarla yüz yüze konuşmazdan önce gerekli tahkikatı yapmış ve onların ne yapmış olduklarını anlamış durumdadır. Böylesi durumlarda bu, son derece olağandır. Bunun sonucunda kral, olaya ilişkin ipuçlarını toplamış ve olayı suçlularla tartışmazdan önce bunun hangi koşullar altında yaşandığını anlamış bulunmaktadır. Bu sebeple onların önemli ve etkili bir durumla karşı karşıya geldiklerini işaret ediyor. Kralın huzurunda böylesi bir suçlamayla yüz yüze gelme karşısında anlaşılan o ki, bunu inkâr etmek olanaksızdır. B-İDDİA: İbn-i Kesir ise şöyle demektedir; “Her kim mensuh (hükmü kaldırılmış) şeriatlara muhakeme olur, nebilerin sonuncusu Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’e inen şeriate muhakeme olmazsa, muhakkak kâfir olur. Durum böyleyken İslâm şeriatini terk ederek Yes’ak’a muhakeme olan, Yes’ak’ın kanunlarını İslâm kanunlarından daha önde tutan kişinin durumu nasıl olur acaba? Bilinsin ki böyle yapan kişi müslümanların icmasıyla kâfirdir.” Dikkat edilirse İbn-i Kesir’in tekfir ettiği kişiler “... İslâm şeriatini terk ederek Yes’ak’a muhakeme olan, Yes’ak’ın kanunlarını İslâm kanunlarından daha önde tutan...” kişilerdir. İşte en net ve sert açıklama budur. Bu da onların anladığı gibi “yani ne şekilde ve hangi şartla olursa olsun, mahkemeye gitmek küfürdür”diyenlerin anladığı gibi değildir. Çünkü Cengiz Han denen mel’un Âlem-i İslâm’ı istila ettiği zaman, müslümanların kendi aralarında Vali ve Kadı seçmelerine müsaade etmişti. Yani o dönemde tağutun mahkemesinin yanı sıra İslam mahkemesi de mevcuttu. Dolayısıyla o zamanda Yes’ak’a muhakeme olanlar açıkça İslâm hükmünü beğenmedikleri için gidiyorlardı. İbn-i Kesir’in bu fetvasının iddia sahiplerinin iddialarına delil olacak bir tarafı yoktur. O-CEVAP: Yorumla derken işte sizin yorumlar ile durumunuzu caiz gösterecek olan konuların hatalı yorumlarına bir örnek. Hâlbuki baştan “İbn-i Kesir ise şöyle demektedir; “Her kim mensuh (hükmü kaldırılmış) şeriatlara muhakeme olur, nebilerin sonuncusu Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’e inen şeriate muhakeme olmazsa, muhakkak kâfir olur.” Şeklindeki izahat durumu açıkça ifade ediyor. Sonuçta hükmü kaldırılmış olan bir mahkemeye muhakeme olmak İslam şeriatını terk etme sonucunu insanı götürür yoksa iki mahkemeden birini tercih değildir ki yorumla siz buna zorluyorsunuz. B-REDDİYYE: Ben yorum yapmıyorum ifadelerdeki bilinmeyen ve gözden kaçırılan yönleri hatırlatıp öğretiyorum. Misal, senin şu ifadeleri gözden kaçırdığın gibi. … İslâm şeriatini terk ederek Yes’ak’a muhakeme olan, Yes’ak’ın kanunlarını İslâm kanunlarından daha önde tutan… İşte siz bunu anlayamıyor ya da anlamak istemiyorsunuz. Halbuki ibn kesir açık açık … İslâm şeriatini terk ederek Yes’ak’a muhakeme olan diyor ve yine, Yes’ak’ın kanunlarını İslâm kanunlarından daha önde tutan… Diyor. Şimdi bizim konumuz İslam şeriatını terk edenler değildir Yes’ak’ın kanunlarını İslâm kanunlarından daha önde tutan da değildir bizim konumuz İslam kanununu her şeyden üstün tuttuğu halde İslam mahkemeleri olmadığı ve başına gelen musibetide başka türlü savamadığı için istemeyerek tağuta giden insanın ve bunu tekfir etmeyen kimsenin durumu ile ilgilidir. Sen, yapılan nakildeki şu cümleye dikkat çekerek: “Her kim mensuh (hükmü kaldırılmış) şeriatlara muhakeme olur, nebilerin sonuncusu Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’e inen şeriate muhakeme olmazsa, muhakkak kâfir olur.” benim yanlış yorum yaptığımı söylüyorsun, hâlbuki bu konuda da isabet edememişsin. Şunu bil ki, burada Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’e inen şeriate muhakeme olmazsa, deniliyor yani muhakeme oluna bilecek bir mahkeme ortada olduğu halde bunu terk eden kimselerden bahsediyor. Şunu söylüyorsanız, İslam şeriatı her ne kadar uygulanmıyorsa da kitaplarda mevcuttur. Tağuta başvuran İslam mahkemesini terk etmiştir diyorsanız. Bizde deriz ki: Hükümlerin kitaplarda varlığı bu hükümlerle hükmeden bir mahkeme olmadığı sürece bu hükümlerle muhakeme olma imkânı sağlamaz, olmayan mahkemeyi terk etmek diye bir şeyde olmaz. Yâda uygulayıcısı bulunmayan hüküm verecek hâkimi olmayan bir mahkemenin olduğu iddiası da batıldır. Onu terk etmek ya da tağutun hükmünü ona tercih edildiği iddiası da batıldır. B-İDDİA: Yusuf (a.s) ve onunla getirilen iddialar. O-CEVAP: Bu konu daha önce defalarca tartışıldı ve delilleri ile birlikte verildi, Yusuf (a.s)’ın durumu hiçbir şekilde mahkeme değildir. Kaldı ki kendisinin kralın yanında anılması istediği eski kralın öldüğü ve yeni kralın da aradan geçen zaman ile birlikte diğerlerinin unutmasını hatırlatması şeklinde gelişmiş olup kralın huzuruna alıp durumunu da sorması bir mahkemeden ibaret değildir. Konu hakkında sitede ayrıca risaleler olduğundan bunu kısaca bu şekilde geçiyorum. B-REDDİYYE: Yusuf a.s suresindeki getirilen delillere cevap delilleri ile verildi demişin ama ben bir delil görmedim. O vakıanın mahkeme olmadığını söylemişin ama kendi yorumundan başka bir delilde yok yaptığın yorum da farklı ayetle alakalı. Şöyle Diyorsun. Kaldı ki kendisinin kralın yanında anılması istediği eski kralın öldüğü ve yeni kralın da aradan geçen zaman ile birlikte diğerlerinin unutmasını hatırlatması şeklinde gelişmiş..diyorsun halbuki bu konu zindan da çıkan arkadaşına tembihidir. Oda senin yorumun gibi değil Yusuf a.s arkadaşına kendisinin suçsuz olarak zindanda kaldığını krala söylemesini istedi. Diğer ayette yani Yusuf 50. ayetinde ise elçiye kendini zindana attıran kadınların kral tarafında çağrılarak sorguya çekilip mahkeme edilmesini ve suçlunun suçsuzun ortaya çıkmasını istedi. Sorarım sana bir insanı birileri çeşitli hile ve iftiralarla zindana attırırda. o insan bir süre sonra o olayla alakası olan tarafları, o ülkenin tek söz sahibi olan, yani her emri yarine getirilen, en buyük tağutana şikayet ederse bundan ne anlaşılır. Tabiî ki onları mahkeme etmesini istediği ve kendi suçsuzluğunu iddia ettiği anlaşılır. Ayetlerin mali Allah Teala Yûsuf Aleyhisselam hakkında şöyle buyuruyor: (Adam bu yorumu getirince) kral dedi ki: “Onu bana getirin!” Elçi, Yûsuf’a geldiği zaman, (Yûsuf) dedi ki: “Efendine dön de ona: Ellerini kesen o kadınların zoru neydi? diye sor. Süphesiz benim Rabbim onların hilesini çok iyi bilir.” (Yûsuf 50) (Kral kadınlara) dedi ki: Yûsufun nefsinden murat almak istediğiniz zaman durumunuz neydi? Kadınlar, Hâşâ! Allah için, biz ondan hiçbir kötülük görmedik, dediler. Azizin karısı da dedi ki: “Şimdi gerçek ortaya çıktı. Ben onun nefsinden murat almak istemiştim. Şüphesiz ki o doğru söyleyenlerdendir.” (Yûsuf 51) (Yûsuf dedi ki): Bu, azizin yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah’ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir. (Yûsuf 52) Bu ifadelerde anlayışı olan herkes şunu açıkça görür ve anlar. Yusuf kırala o kadınları şikâyet etmiştir, kıralda kadınları toplayıp mahkeme etmiştir, kadınlarda yusufun suçsuzluğunu ikrar etmiş ve vezirin karısıda suçunu itiraf etmiştir. Bunun üzerine Yusuf da bunu niçin yaptığını açıklamıştır. Alsana bununla ilgili 12 tefsirden nakiller: TEFSİRLERDEN NAKİLLER: 1) KURTUBİ: Yûsuf aleyhiselam temizliğini açıkça ortaya çıkarmak, iffet ve hayır noktasındaki mevkiini gerçek yerine oturtmak istiyordu. İşte ancak o vakit yerini bulmak, mevkiine gelmek için çıkabilirdi. Bundan dolayı yanına gelen elçiye: “Efendinin yanına dön ve ona o kadınların halinin ne olduğunu bir sor” demişti. Hz. Yûsuf’un aleyhiselam maksadı ise ancak “söyle ona benim günahımı iyice araştırıp tesbitetsin ve işimi gözden geçirsin, tetkik etsin. Haklıyeremi zindana atıldım, yoksa zulmen mi zindana atıldım”demekti. (Kurtubi) Rasûlullah s.a.v. efendimiz Yûsuf aleyhiselam’ın bu yüce tavrını değerlendirirken buyurur ki: “Ben O’nun gibi senelerce zindanda kalmış ve bana böyle bir haber gelmiş olsaydı hemen çıkardım, beklemezdim.” Şeklinde ifade kullanmıştır. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem, Hz. Yûsf’u sabır ve tahammülkârlıkla, ağırbaşlılıkla ve hapisten çıkmakta acele etmemekle övdüğü halde, “bizzat kendisi için başkasını övdüğü halden başka bir hali nasıl uygun gördü?” denilecek olursa, bunun açıklaması şöyle olur: Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem kendi adına bir başka görüşü tercih etmiştir ki; bu görüşün de kendi açısından güzel bir tarafı vardır. O diyor ki: Ben olsaydım, çıkmakta elimi çabuk tutardım. Sonra çıkmanın akabinde suçsuz olduğumu ortaya koymaya çalışırdım. Çünkü bu kıssalar bu gibi olaylar kıyamet gününe kadar insanlar bunlara uysunlar diye sunulmuşlardır. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve selem de insanların bu işler arasında daha azimetli olan yolu seçmelerini istedi. Çünkü böyle bir olayda daha azimetli olanı terkeden bir kimse, böyle bir zindandan çıkma fırsatını kullanmayan bir kişi, zindanda kaldığından dolayı zindanda kalma sonucu ile karşı karşıya kalabilir, onu zindandan çıkarmak isteyen, bu isteğinden vazgeçebilir. Yûsuf aleyhiselam, Allah’tan aldıgı bilgi sayesinde böyle bir şey olmayacagından emin olsa bile, onun dışındaki diger insanlar bu konuda emin olamazlar. Buna göre Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in bizzat izlemeyi uygun gördüğü yol, azimet yoludur. Hz. Yûsuf aleyhiselam’ın izlediği yol ise, büyük bir sabır ve büyük bir tahammül yoludur. İbn Abbas der ki: Bunun üzerine hükümdar da kadınlara ve bu arada Aziz’in de karısına -Aziz de o sırada ölmüş bulunuyordu- haber göndererek hepsini çağırdı ve: “Yusuf’tan murad almak istediğiniz zaman durumunuz” haliniz “ne idi?” diye sordu. Çünkü onların herbirisi -önceden de geçtiği üzere- kendisi için Yûsuf aleyhiselam’la özel olarak konuşmuştu. Yahut o, bununla herbirisinin (Hz. Yûsuf’a): Sen Aziz’in karısına zulmediyorsun, demesini kastetmişti. İşte bu da Yûsuf aleyhiselam’ı kandırarak murad almak yoluna gitmeleri demekti. “Hâşâ! Allah için” Allah’a sıgınırız “biz onun hiçbir kötülügünü” yani zina ettiğini “bilmiyoruz” dediler. Aziz’in karısı da şöyle dedi: “Şimdi gerçek ortaya çıktı.” Onların Hz. Yûsuf aleyhiselam’ın temiz olduğunu ikrâr ettiklerini görüp de eğer inkâr edecek olursa, bu kadınların kendi aleyhine şahitlik edeceğinden korkunca, o da aynı şekilde ikrârda bulundu. Bu da yüce Allah’ın Hz. Yûsuf aleyhiselam’a bir lûtfu idi. Böylelikle yüce Allah, Hz. Yûsuf aleyhiselam’ın doğruluğunu ortaya koymak için hem şahitliği, hem ikrârı bir arada toplamış bulunmaktadır. Öyle ki hiçbir kimsenin hatırına kötü bir zan gelmesin ve en ufak bir şüpheye kapılmasın... (Kurtubi) 2-Besairu’l Kur’an – Ali Küçük “Ellerini kesen o kadınların durumları neydi? O kadınların maksatları neymiş? sor bakalım. Hiç süphesiz benim Rabbim onların keydlerini, hilelerini, tuzaklarını çok iyi bilendir. Benim Rabbim onların bana nasıl dolaplar çevirdiklerini çok iyi bilir. Söyle efendine Rabbimin bildiği bilgiyi o da bir araştırıp soruştursun. Kim suçluydu? Kim suçsuzdu? Araştırsın bakalım. Araştırsın da haksız yere, suçsuz yere yıllarca bu zindanda kaldığımı herkes bilsin. Bu açıklığa kavuşmadan buradan çıkmam”der. 3-Büyük Kur’an Tefsiri – Ali Arslan Hz. Yûsuf, kralın nezdinde kendisine nispet edilen suçtan uzak ve beri olduğunu tesbit ettirdikten ve kralın kendisinin suçsuz yere hapse atıldığını öğrendikten sonra, ancak hapishaneden çıkacağını söylemek istemişti. Tirmizi, Ebu Hureyre’den Hz. Peygamber’in sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Bilin ki, Yûsuf kerim oğlu kerim, Yakub’un oğlu, İshak’ın oğlu, İbrahim’in oğlu olan bir peygamberdir. Eğer ben Yûsuf’un kaldığı kadar hapiste kalsaydım, ondan sonra da kralın elçisi bana gelseydi, hemen elçinin davetine icabet eder ve hapisten çıkardım” diye buyurduktan sonra Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem sözkonusu ayet-i kerimeyi okudu. Bu hadiste Hz. Yûsuf’un aleyhiselam sabrının kuvveti, fazileti ve sebatinin yüceliği vurgulanmaktadır. Bu hadis, Taberi’nin rivayetinde şu şekildedir; “Allah azze ve celle Yûsuf aleyhiselam’dan razı olsun! Eğer ben onun yerinde olsaydım ve hapisten çıkacağım haberi bana gelseydi, hemen oradan çıkardım. Durum o ki Yûsuf kesinlikle hâlim ve sabır sahibidir” Yine aynı şekilde bu hadis şöyle de rivayet edilmiştir: “Ben Yûsuf’un sabır ve keremine şaşıyorum. Allah onu affeylesin! Ona ineklerin hadisesi sorulduğunda, eğer ben onun yerinde olsaydım, beni hapishaneden çıkarmaları şartını ileri sürmeden, onlara bunun yorumunu söylemezdim. Yine ona şaşıyorum ki elçi ona geldiğinde eğer ben onun yerinde olsaydım, kapıya elçiden önce koşardım” Yani Hz. Yusuf’un amacı, kralın inceleyip kendisinin günahını araştırması, hapishaneye haklı mı, haksız mı konduğu hakkında bilgi edinmesiydi. 4-Fi Zilali’l Kur’an – Seyyid Kutub Hz. Yûsuf, kralın kendisini huzura çağıran buyruğunu reddetmişti! Reddetmişti, çünkü bir şartı vardı! Öncelikle kral, meselesini gerçek yüzüyle bilmeli; kadınların ellerini neden kestiklerini soruşturup öğrenmeliydi...... Dolayısıyla bu davanın soruşturulması, Hz. Yûsuf’un bulunmadıığı ve tartışmalara girişmediği bir ortamda yapılmalıydı ki, gerçek tüm çıplaklığıyla ortaya çıksın!... Zira Yûsuf kendine güveniyordu, suçsuzluğundan emindi. Gerçeğin ve hakkın uzun süre örtbas edilemeyeceğinden, gerçeğin ve hakkın uzun süre çarpıtılamayacağından kesinkes emindi o! Elçi dönüp gitti ve durumu krala aktardı. Kral da bunun üzerine kadınları huzuruna çağırarak sorguya çeker. Bunlardan söz edilmemesine karşın, olayların bu şekilde geliştiğini bir sonraki ayetten anlıyoruz; Ayetteki özgün sözcügüyle “el-hatb”, Başa gelen önemli bir iş demektir. Bu sözüne bakılırsa kral, kadınlarla yüzyüze konuşmazdan önce gerekli tahkikatı yapmış ve onların ne yapmış olduklarını anlamış durumdadır. Böylesi durumlarda bu, son derece olağandır. Bunun sonucunda kral, olaya ilişkin ipuçlarını toplamış ve olayı suçlularla tartışmazdan önce bunun hangi koşullar altında yaşandığını anlamış bulunmaktadır. Bu sebeple onların önemli ve etkili bir durumla karşı karşıya geldiklerini işaret ediyor. Kralın huzurunda böylesi bir suçlamayla yüzyüze gelme karşısında anlaşılan o ki, bunu inkâr etmek olanaksızdır. 5-Furkan Tefsiri – Mahmud Hicaz “Kurdun kanımdan uzak oluşu gibi ben şahsıma yaraşmayan bir ithamla lekelenmiş olarak, zindandan çıkıp kralın huzuruna nasıl gidebilirim? Aslında ben suçsuzum. Ama en iyisi sen, sahibin ve efendin olan krala git ve ondan, ellerini kesen kadınların durumunun ne olduğunu araştırmasını iste. Ben, huzuruna çıkmazdan önce bu meseleyi araştırmasını kendisinden iste. Doğrusu, benim Rabbim, görüleni de görülmeyeni de bilir. O, kadınların bana yapmış oldukları düzeni bilir.” Herhangi bir şahsı açıkça suçlamadan, kralın araştırma yapmasını istiyor. Sırrı güzelce koruyor. Başına gelen belanın asıl nedeni Züleyha olduğu halde adını bildirmiyor. Kral, kadınlara sordu: Yûsuf’dan murad almak istediğinizde durumunuz neydi? Bu duruma düşmenizde tahrik edici söz ve davranışların bir etkisi oldu mu? Vezirin karısı Züleyha dedi ki: Yûsuf lehinde yapılan bu tanıklıklar, O’nun suçsuzluğunu ispatlayan tanıklıklardan. Gören gözleri olan kimseler için şu anda gerçek ortaya çıktı ve karanlıklar aydınlandı. Ben O’ndan murad almak istedim. 6-Kur’an Yolu – Diyanet Vakfı Elemanları Kral bu isteği yerine getirmede tereddüt göstermedi. Muhtemelen olayı o da biliyor ve Yûsuf’un suçsuz olduğuna inanıyordu. Ancak devlet ileri gelenlerinin itibarını koruma uğruna zulme göz yummuştu. Zamanı gelince ilgili kadınınları toplayıp onları sorguya çekti. kadınınlar Hz. Yûsuf’un günâhsız olduğunu itiraf ettiler. Bu durum karşısında Aziz’in karısı da gerçeği itiraf etmekten başka bir yol olmadığını anladı. 7-Şifa Tefsiri - Mahmut Toptaş “O kadınları kral çağırsın; senin rabbin o kadınınlara desin ki “siz bundan 8-10 sene önce bir ellerinizi topluca kesmiştiniz, niye kesmiştiniz”. Kral kadınları topluyor; “Yahu sizin durumunuz nedir? Yûsuf’dan murad almak istediğinizde, yani Yusuf’la birleşmek istediğinizde ne olmuştu, olay nasıl olmuştu, nasıl cereyan etmişti?”diye kadınlara soruyor. 8-Tefhimu’l-Kur’an – Mevdudi “Fakat sizin rabbiniz (efendiniz) beni niye zindana gönderdiğini araştırmak zorundadır. Zira artık halkın önüne herhangi bir suçlama veya kötü şöhretle çıkmak istemiyorum. Dolayısıyla genel bir soruşturma, benim, zulmün masum bir kurbanı olduğumu ispat edecektir. Bu zulmü işleyenler kendi hanımlarının işlediği günahı örtbas etmek için beni hapse tıkan soylular ve liderlerdir.” Soruşturmanın yürütülüş biçimine bakarak kralın kadınları huzuruna çağırtarak sarayındaki güvenilir kimseleri şahid getirmelerini istemiş olduğu söylenebilir. Soruşturma ve delillerin ortaya çıkışı, özellikle soruşturma talebinin Hz. Yûsuf’tan aleyhiselam gelmesi halkın dikkatini onun üzerine yoğunlaştırmış, bu da Hz. Yûsuf’un aleyhiselam ülke çapında isim yapmasına yol açmıştır. Tüm bilginlerin, kâhinlerin ve sihirbazların başarısızlığa ugradığı, aciz kaldığı bir zamanda kralın rüyasını yorumlamıştır. Kralın bizzat kendi huzuruna getirilmesini emretmesine rağmen (yani bu denli ciddi bir durumda) hapse atılmasını protesto etmiş ve hapse atılmasına neden olan hadisenin soruşturulmasını istemiştir. Tabiatıyla bu istek halkı meraka boğmuş ve öfkeyle soruşturmanın sonucunu beklemeye sevketmiştir. Böyle bir durumda tahkik ve araştırma sonuçlarının, Hz. Yûsuf’un aleyhiselam itibarını nasıl yükselttiği tahmin edilebilir. 9-Tefsiri Kebir – Faruddin Er-Razi Ama Hz. Yûsuf, padişahtan o hadisenin hakikatini araştırmasını taleb edince, bu onun o töhmetten uzak ve temiz olduğuna delâlet etmiştir. Binâenaleyh hapisten çıktıktan sonra, hiç kimse o rezilliği ona bulaştıramaz ve bunu kullanarak Yûsuf’u aleyhiselam tenkid edemez. Ayetin manası şöyledir: “Benim o töhmetten uzak olduğumu anlayabilmesi için, padişahtan, o Mısırlı kadınların durumunu araştırmasını iste” dedi. Bil ki vezirin karısı da, orada bulunan kadınlardan idi ve o bütün bu münakaşaların ve soruşturmaların kendisi yüzünden olduğunu biliyordu. Artık sır perdesini kaldırarak doğruyu açıkça ifâde edip “şimdi hak meydana çıktı! Ben, onun nefsinden murad almak istedim. O, hiç süphesiz doğruyu söyleyenlerdendir” dedi. Bu ifade ile ilgili birkaç mesele vardır: O kadının Hz. Yûsuf aleyhiselam’ın her türlü günahtan ve kusurdan uzak olduğu hususunda kesin ve açık bir şahidliğidir. 10-Tefsiru’l-Münir – Vehbe Zuhaylı “Efendine dön ve ona” Zihinleri meşgul olup “ellerini kesen kadınların durumu neydi? Diye sor”. Bunu sormasini ondan talep et. Elçi dönmüş, krala bunu bildirmiş, kral da şehrin kadınlarını toplamıştı. Hz. Yûsuf aleyhiselam suçsuzluğunu ortaya çıkarmak ve haksız yere hapsedildiğini duyurmak için, zindandan çıkmakta ağır davranmış, kadınlara bu durumun sorulması talebinde bulunmuştu. Hz. Yûsuf aleyhiselam’ın elçiye “Kraldan o kadınların durumunu araştırmasını iste, demeyip “O kadınların durumu neydi? Diye sor” demesi, kralı araştırmaya ve durumu tahkik etmeye teşvik etmek içindir. Kral “dedi ki: Yûsuf’u baştan çıkarmak istediğinizde durumunuz, meseleniz, tavrınız neydi?” onda size karşı bir arzu hissettiniz mi? kadınlar “Hâşâ! Allah için” Allah’ı tenzih ederiz. O’nun gibi iffetli birini yaratma kudreti sebebiyle hayrette kaldık. “Biz onda, hiçbir kötülük, günah görmedik, dediler.” “Vezirin hanımı da dedi ki: Şimdi hak meydana çıktı.” Hak ortaya çıktı, sabit oldu ve iyice belli oldu. “Onu ben baştan çıkarmak istemiştim. Süphesiz ki 0, “Beni o hanım baştan çıkarmak istedi sözünde” doğru söyleyenlerdendir.” Hz. Yusuf aleyhiselam bunu bildirdi ve şöyle dedi: Onların bu itiraflarının ortaya çıkmasına lûzum görmem ve suçsuzluğumun belli olmasını istemem, “benim kendisine” yani vezire “gıyabında” yani o yokken “hainlik etmediğimi” bilmesi için ve “Allah’ın hainlerin hilesini başarıya vardırmayacağını” geçerli kılmayacağını ve hedefine ulaştırmayacağını yahut Allah’ın, hileleri sebebiyle hainlere hidayet nasip etmeyeceğini “bilmesi içindir.” Bunun için Hz. Yûsuf aleyhiselam, Vezirin hanımının kendisine yaptığı meşhur ithamının tahkik edilmesini talep etti. Elçi Hz. Yûsuf aleyhiselam’a gelince O, Vezirin hanımı tarafından kendisine yakıştırılan iftira ile şerefinin lekelenemeyeceğini ve masum olduğunu, bu zindanın zulüm ve haksızlık olduğunu kral ve etrafındakilerin tahkik etmeden önce zindandan çıkmak istemedi. Kral, Vezirin hanımının yanında ellerini kesen kadınları topladı, bütün kadınlara hitaben ama Vezirin hanımını kastederek şöyle dedi: Davet günü Hz. Yûsuf aleyhiselam’ı baştan çıkarmak istediğinizde durumunuz, derdiniz, meseleniz ne idi? Hz. Yûsuf’u fuhuş irtikap etmeye davet ettiğinizde durum nasıl oldu? Kadınlar krala cevap verdiler: Yûsuf’un kötülük murad etmiş olmasından Allah’a sığınırız! 11-SEMER KANDİ Yûsuf (a.s.), elçiye hiç iltifat etmez ve ona şöyle der: «Efendine git, Züleyha'nın yanına gelen kadınların neden ellerini kestiklerini sor, benim zindana suçlu olduğum için mi, yoksa suçsuz olduğum için mi? ^girdiğimi bilsin. Rabbim, o kadınların bana nasıl tuzak kurduklarını biliyor. O'nun bilgisinden hiçbir şey gizli kalmaz.» ibn Abbas (r.a.) da, Yûsuf (a.s.) hakkında şöyle demiştir: «Yûsuf zindandan hemen çıksaydı kralın kalbine şüphe düşebilirdi. Elçiyi geri çevirmesi haklı olduğunu isbat içindir.» Elçi, Yûsuf (a.s.) '-dan bu sözleri işitince kralın yanına döner, durumu arzeder. Bunun üzerine kral, Züleyha'nın evine Yûsuf'u görmeye giden kadınları. Toplar, onlara Yûsuf (a.s.) hakkında sorular sorar. Yûsuf (a.s.), gelen elçiye gerçekleri söyleyip geri çevirince, bunun üzerine kral, kadınları toplar, Yûsuf (a.s.) hakkında kendilerinden bilgi ister. Kadınlar da şöyle derler: «Hâşâ, onun bir fenalığını görmedik, o suçsuz yere zindanda yattı, Züleyha ona iftira etti.» Kadınların, bu itirafları karşısında Züleyha da şöyle der: «Şimdi gerçek ortaya çıktı, ben onun nefsinden murad almak istedim, suç bendedir. O benim isteklerimin hiçbirini yerine getirmediği için iftira ettim. Suçsuz yere zindanda yattı. O hiç şüphesiz doğru söyleyenlerdendir.» Kadınlar ve Züleyha gerçekleri itiraf ettikten sonra Yûsuf (a.s.)'un suçsuz olduğuna kanaat getirirler ve zindandan çıkartırlar. Yûsuf (a.s.) cezaevinden çıkartılır, kralın huzuruna getirilir, ilk önce elçi kendisine geldiği zaman cezaevinden neden çıkmadığı sorulur. O da, Mısır Azizi'ne ihanet etmediğinin herkes tarafından bilinmesi için çıkmadığını söyler. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Gıyabında kendisine hıyanet etmediğimi hükümdarın bilmesi içindi. Allah hainlerin düzenini başarıya erdirmez.» Yûsuf (a.s.)'a ilk önce elçi geldiği zaman hemen cezaevinden çıkmamıştır. Bunun sebebi Mısır Azizi'nin ve diğerlerinin kendisinin suçsuz olduğunu bilmesi içindir. Eğer Yûsuf (a.s.) o, elçi kendisine geldiği zaman hemen cezaevinden çıksaydı, belki de suçlu olduğuna dair kralda bir şüphe uyanırdı. Yûsuf (a.s.)'un gelen elçiyi geri çevirmesi, hakkındaki bütün şüpheleri ortadan kaldırmıştır. 12.EBU BEKİR CABİR EL-CEZÂİRİ, EN KOLAY TEFSİR: Yusuf ise, krala "dön ve O'na sor, ellerini kesen o ka¬dınların durumu neydi?" Ellerini kesen kadınların ve beni suçlayarak zindana atılmama neden olan kadını konuya ilişkin görüşlerini alsın. "Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü gerçekten nefs, Rabbimin kendi¬sini esirgediği dışında var gücüyle kötülüğü emredendir."Bu sözler Hz. Yusufa aittir. Kraldan olayı tahkik etmesini, o günkü olaya tanık olan kadınları sorgulamasını isteyip de, hem kadınlar, hem de vezirin karısı Onun suçsuzluğunu itiraf edince, Hz. Yusuf bu sözleri sarfet-mİştir. Yani, ben böyle yaptım ki, vezir arkasında kendisine ihanet etme¬diğimi ve Allah'ın hainlerin düzenlerini sonuçsuz bıraktığını bilsin. Tefsirlerden yapmış olduğumuz nakiller bize açıkça şunu gösteriyor; âlimler bu ayetlerin yani Yûsuf 50 ve 53. ayetlerinin tefsirinde hep şu meseleler üzerinde durmuşlardır, yani şu mânâda açıklamalar yapmışlardır: Yûsuf aleyhiselam uğramış olduğu haksızlıktan dolayı kadınları krala şikayet etmiştir. Kral da bu şikayet üzerine Yûsuf’un aleyhiselam şikayetçi olduğu kadınlar hakkında ve o dava hakkında soruşturma başlatıp meseleyi iyice araştırıp soruşturup ve tahkik ettikten sonra kadınları huzuruna getirtip onların ifadesini almıştır. Bunun üzerine o kadınlar Aziz’in karısının aleyhine Yûsuf aleyhiselam’ın lehine şahitlik yapmışlardır. Böylece de suçlu ortaya çıkmıştır. Bu mesele anlattığımız gibidir, aksini iddâ eden delilini ortaya koymak zorundadır. Çünkü iddâ isbat ister. İsbatta öyle bence ve bana görelerle de olmaz. “Mahkemeye başvurmak hangi durum ve şartta olursa olsun küfürdür” diyenler. Yine “davayı temyiz etmek ve avukat tutmak” küfürdür diyenler, konuşmalarında ya da, yazılarında özellikle Yusuf suresinin delil olmayacağını idda ederler. Bu sureyi delil olarak gösterenleri, bilgisizce alaya alıp kınarlar. Aslında bunlar, kendilerine verilecek cevabın ne olduğunu bilirler, bu delillere verebilecek ilmi bir cevapları da olmadığından, çareyi konuyu sulandırıp kendileri gibi düşünmeyenlere çamur atmakta bulurlar. Bunlar yazılarında bilgisiz insanları kandırmak için, ilimden uzak ama sloganik, duygusal, cazibeli sözler sarf aderler. Eğer onların bu sloganik sözlerine kanmayanlar olursa, onları etkilemek için iddialarını güya ilmi imiş gibi süslemeye çalışırlar. Ama bunu yaparken de battıkça batarlar. Yusuf suresinin kıssa olduğunu Nisa 60. ayetinin ise kat’i olduğunu, bu sebeble Yusuf suresinin delil olmayacağını iddia ederler. Hâlbuki nisa 60 da kıssa ve bu ayetin sözkonusu hükme delaleti kat’i değildir. Bunları daha önce yazmış olduğum “Temyiz Etrafındaki Şüpheler” adlı risalede izah etmiştim. Bu taife kendi tezleri ile daima çelişirler. Bu çelişkilerinden biride şudur: Yusuf’un a.s. kadınları krala şikâyet etmesine “bu bir şikâyet değildir” derler. “Şikayet değilse nedir” dersin, tutarlı bir cevap veremezler. “Kralın o kadınları toplatıp huzuruna çağırıp sorguya çekmesi mahkeme değil midir?”dersin; “Hayır, bu mahkeme değildir” derler. “Ya nedir” dersin; yine tutarlı bir cevap veremezler. “Kralın mahkeme yetkisi yoktu, kral o kadınları mahkeme için değil öylesine çağırdı” gibi delilsiz, mesnetsiz hatta akıl ve mantıktan çok uzak iddialarla bu Yusuf a.s. kıssasını delil olarak kabul etmezler. Buna sebeb de şudur: Onlar Nisa 60 ı kat’i delil olarak alıp bu konuda tekfire gitmişler ya, bir daha bundan dönemezler; birbirilerine şöyle derler; “Bizim akidemiz eskiden beri böyle idi, şimdi dönecek miyiz? Mekke müşrikleri de böyle söylüyordu. “Biz atalarımızı bu din üzere bulduk şimdi dönecekmiyiz?” diyorlardı. Ne zaman onlara: "Allah'ın indirdiklerine uyun" denilse, onlar: "Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız" derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?(2/Bakara, 170;
 
   
 
   
Bugün 1 ziyaretçi (2 klik) kişi burdaydı.Allah arttırsın.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol