teblici
 
  Ana Sayfa
  İletişim
  Fatiha suresinin tefsiri
  Küfür olan davraniş ve sözler
  Küfür sistemi bayramlari
  Temyiz etrafındaki şüpheler
  Forum
  Tekfirde ölçülü olmak
  VAAZ
  Kütüphane
  Tekfircilere Cevap
  Temyiz ve Yusuf kıssası
Forum
=> Daha kayıt olmadın mı?

Forum - Akaid dersleri 23

Burdasın:
Forum => AKİDE => Akaid dersleri 23

<-Geri

 1 

Devam->


ebu muhammed
(şimdiye kadar 27 posta)
23.12.2010 21:56 (UTC)[alıntı yap]

GÖRÜŞLERİ

Daha önce de anlattığımız gibi, Maturidî'nin görüşleri, H. 3. yüzyılın başlarında, birbir-leriyle ihtilâf eden Mutezililerle fıkıh ve hadis âlimlerinden, mutezilîlere daha yakındı. Bu sebeple, merhum Zâhidül Kevseri'nin şu sözü yerindedir: «Eş'ariler, Mutezile ile hadis âlimleri arasinda bir yol tutmuş, Maturidiler ise Mutezile ile Eş'arîler arasında bir yol izlemiştir. Hakkında nass bulunmayan bütün temel meselelerde, nakli delillerin yanında aklî görüşlerinin bulunduğu açıkça görülür. Maturidî, daha önce de işaret etti-ğimiz gibi, varmış olduğu neticelerin çoğunda Eş'arî ile ittifak etmiş fakat bazılarında da ona muhalefet etmiştir. Şimdi ise hangi hususlarda ittifak edilip edilmediğini de açıkla-yarak, Matürîdi'nin, topluca görüşlerine, kısaca bir göz atalım.
a) Maturidî, Allah'ı bilmenin gerekli olduğunu idrak etmenin aklen mümkin olacağı görüşündedir. Nitekim, Allah Tealâ; Kur'an-ı Kerîm'in bir çok âyetlerinde, bakıp dü-şünmeyi emreder. İnsanlara, göklerin ve yerin hükümranlığına bakmayı emreder. Allah Tealâ insanları, akıl doğru yola yönelir, heva ve hevesten ve taklitten uzak kalırsa, Allah'a iman etmeye ulaşabileceğine ve onu taniyabileceğine dair uyarıyor.
Ancak, Matüridî aklın, yalnız başına Allah'ı bilebileceğini kabul etmesine rağmen kulla-rın mükellef oldukları hükümleri bilemeyeceğini beyan etmiştir. Bu da Ebu Hanife (R.A.)'in görüşüdür.
Bu, Mutezilenin görüşüne yakın bir görüştür. Ancak, iki görüş arasında çok ince bir fark vardır. O da şudur:
Mutezile, Allah'ı bilmenin, aklen gerekli olduğu görüşündedir. Matüridîlerse, bu görüşü aynen kabul etmezler. Allah Tealâ'yı bilmenin gerekliliğinin akıl ile mümkün olabilecegini, ancak kesin olamayacağını söylerler. Allah'ı bilmenin gerekliliğinin, an-cak, bu gerekliliği icadedecek bir güç tarafından meydana getirilebileceğini kabul eder-ler. O güç de, Allah'dır.
b) Matüridi mezhebi, varlıkların, kendiliklerinden kötü olabileceklerini ve insan aklının, birtakım varlıkların iyi veya kötülüklerini bilebilecek güçte olduğunu söylerler.
Matürîdîlere göre, sanki varlıklar üç kısma ayrılmaktadır:
— İnsan aklının, tek başına, iyi olduklarını bilebileceği varlıklar.
— İnsan aklının, tek başına kötü olduklarını bilebileceği varlıklar.
— İyi veya kötü oldukları gizli olup, aklen bilinemiyen ve ancak Allah'ın bildirmesiyle iyi veya kötülüğü anlaşılan varlıklar.
Mutezililer de varlıkları böyle bir tasnife tâbi tutarlar. Fakat Matürîdîler, Mutezililerin, bu ayırımla varmış oldukları neticeleri kabul etmediler. Mutezililer, bu ayırımla şu neti-ceye varmışlardır:
Akıl, birşeyin iyiliğini idrak ederse, aklın emriyle o şeyi yapmak gereklidir. Buna mu-kabil, akıl, birşeyin kötülüğünü anlarsa, o şey, yasaklanmış olur. Matüridî, aynı yoldan yürümemiş, İmam Ebu Hanife'ye uyarak şunları söylemiştir. «Akıl, birşeyin, ne oldugunu idrak edebilse de, o şeyin, yapılıp yapılmaması, ancak, hikmet sahibi olan Allah'ın emriyle bilinir. Çünkü akıl, tek başına, dinî emir ve yasakları bilemez. Zira, dini emir ve yasakları ancak Allah Tealâ koyar.
Matürîdî'nin, kabul ettiği bu görüşe, îmam Eş'arî katılmamaktadır. Çünkü Eş'arî, varlık-ların, kendiliklerinden iyi veya kötü olduklarını kabul etmez. Eşyanın, ancak Allah'ın emri veya yasağıyla iyi veya kötü olduğunun anlaşılabileceğini söyler. Ona göre, bir şey Allah'ın emrettiği için iyidir. Başka bir şey de, Allah yasakladığı için kötüdür.
Görülüyor ki, Matürîdî mezhebi, Mutezile ile Eş'arî'nin ortasındadır.
c) Matüridî metodunun, Eş'arî ve Mutezile metodundan ayrıldığı üçüncü bir nokta da, Allah Tealâ'nın, yaptığı işlerdir.
— Eş'arîler, Allah Tealâ'nm yapmış olduğu işlerin sebebi sorulmaz. Çünkü Allah Tealâ Kur'an-ı Kerîm'inde; «Allah, yaptıklarından dolayı sorguya çekilemez.» buyurmaktadır, derler.
— Mutezile, «Allah Tealâ, yaptığı şeyleri bir kısım maksat ve gayelerle yapar. Çünkü O, hikmet sahibidir. O'ndan, gelişigüzel bir iş meydana gelmez. Bilakis,, herseyi bir plana bağlamıştır.» derler.
Matüridi, Allah Tealâ'nın, boş davranışlardan uzak olduğunu ve yaptığı işlerin bir hik-mete dayandığını, çünkü Allah Tealâ'nın, kendi kendini sıfatlandırdığı gibi hikmet sahi-bi ve herşeyi bilen bir zat olduğunu söyler.
Matüridi söyle der: «Allah Tealâ koymuş olduğu hükümlerde ve yapmış olduğu işlerde bu hikmetini murad eder. Fakat, Allah Tealâ bu hikmetini dilerken, buna mecbur edilmiş değildir. Çünkü O, mutlak bir iradeye sahiptir. Dilediğini yapandır.
Mutezile ile Eş'ariler arasındaki ihtilaf, düşüncenin özündedir. Bu ihtilaf, «İyilik ve kötülük, varlıkların kendisinde midir? Yoksa Allah'ın bildirmesiyle mi bilinir?» mesele-sinden kaynaklanmaktadır.
Eş'ari ile Matüridîler arasında, Allah Tealâ'nm yaptığı işleri ve yaptığı işlerde hikmet arama hususundaki ihtilafları, beklenmedik birtakım fer'i meselelerde dahi ihtilaf etme-lerine yol açmıştır.
d) Bu meselelerden sonra, problemlerin en büyüğü olan, «Cebir ve ihtiyar» (yapmış olduğu islerde kulun, mecbur ve serbest oluşu) meselesine geçelim. Bunun, Mutezile, Eş'ari ve Matüridîler arasında nasıl çekişme ve münakaşa konusu olduğunu görelim.
— Daha önce, Mutezilîlerin bu konudaki düşüncelerini görmüştük. Mutezilîler, «Kul, kendi işini kendi yaratır. Böylece o hükümlere muhatap ve mükellef olur. Kulda bulu-nan, kendi işlerini yapma. gücü, Allah tarafından yaratılmış ve kula verilmiştir.» derler.
— Eş’ariler ise, «Kulda görülen işleri, Allah yaratır. Kul, sadece cüz'i iradesiyle o işi kesbeder. Kul; «kesb»i sebebiyle mükellef olur. Sevaba erer veya cezalandırılır.
— Matürîdîler ise bu mevzuda, Allah Tealâ'nın, bütün varlıkları yarattığını, kâinatta mevcut olan herseyin, Allah'ın mahluku olduğunu, Allah'ın hiçbir ortağı bulunmadığını, yaratmayı O'ndan başkasına nisbet etmenin, O'na ortak koşmak olduğunu, bunun ise hiçbir zaman kabul edilemiyeceğini ve akla siğmayacağını beyan etmiş ve sonra da şunları söylemıştır. «Allah Tealâ'nın hikmeti ancak kulun, cüzî iradesiyle yapacağı ha-yırlı şeylerin sevap olacağını, yine cüzi iradesiyle yapacağı kötü işlerin günah olacağını gösterir.
-Eş'ari'ye göre kesb (kazanma), Allah tarafından yaratılan işle, kulun ihtiyarının (seç-mesinin) birleşmesidir. Fakat kulun bu kesbde hiçbir etkisi yoktur.
Eş'ari'nin bu ifade şekline göre, kulun işi gibi kesbi de Allah tarafından yaratılmıştır. Âlimler bu görüşün cebre yol açtığı kanaatındedir. Çünkü kulun herhangi bir katkısı olmayan bir seçimin hiç bir mânâsı yoktur. Bu sebepledir ki, Eş'ari'nin bu görüşüne «orta derecede bir cebr» denilmiştir.
İbn. Hazm ve İbn. Teymiye bu görüşün «mükemmel bir cebr» olduğunu söylemişlerdir.
— Matürîdî'ye göre kesb (kazanma), Allah Tealâ'nın kula verdiği bir güçle yapılır. Matürîdî'ye göre kul, Allah'ın onda yarattığı bir güçle herhangi bir işi yapabilir veya yapmayabilir. Kul hürdür, bir işi yapmada seçme yeteneğine sahiptir. Dilerse bir işi yapar ve bu yapışı, Allah Tealâ'nın yarattığı işle birleşir, dilerse yapmaz. Sevap ve gü-nah bu yolla kazanılmış olur. Kesb böyle izah edilince, Allahutealâ'nın kullarının seçme-lerine göre fiillerini yarattığını söylemek, kulların kesbi bulunduğunu söylemekle çeliş-mez.
Görülüyor ki, Matürîdî,, bu görüşü ile Mutezile ile Eş'ari'ler arasında orta bir yol tutar..
e) Allah Tealâ'nm sıfatları: Daha önce de beyan ettiğimiz gibi, Mutezile, Allah Tealâ'nın sıfatları bulunduğunu kabul etmemiştir.
Eş'arî ise, Allah Tealâ'nın sıfatlarının var olduğunu ve bu sıfatların, zatın aynısı olmadı-ğını söylemişler. «Allah'ın, kudret, irade, ilim, hayat, sem'i, basar, kelam gibi sıfatları vardır ve bunlar, onun zatının aynı değildir.» demişlerdir.
Mutezililer ise, «Allah Tealâ'nın zatından başka birşey yoktur. Kur'an-ı Kerim'de zikre-dilen, «Alim», «habîr», «hakim», «semî», “basîr» gibi kelimeler, Allah Tealâ'nın isimle-ridir.» demişlerdir.
Matürîdî , Allah Tealâ'nın, bu gibi sıfatları bu lunduğunu ispat etti. Fakat o, «Bu sıfat-lar, Allah'ın zatından başka bir şey değildir.» dedi. Matürîdî'ye göre, bu sıfatlar, Allah Tealâ'nın zatıyla birlikte vardır. Zatından ayrılamazlar. Ve bunların, zat'dan ayrı, müsta-kil bir mahiyetleri yoktur ki, sıfatların birden fazla oluşunun, «Kadim» olan Allah'ın birliğine gölge düsürdüğü zannedilsin.
Müslümanlar arasında, Allah Tealâ'nın, âlim, semi, basîr, kadir, murîd (irade edici) olduğunda herhangi bir ihtilaf yoktur. Aralarındaki ihtilaf sadece bu kelimelerin, Allah-'ın zatından ayrı, kendilerine mahsus bir mahiyetleri bulunup bulunmaması hususunda-dır.
Mutezililer, onların, herhangi bir mahiyeti olacağını kabul etmemektedir.
Eş'ariler ise, bu kelimelerin, ancak, zatla bulunabileceğini, bununla beraber, zattan başka bir sey olduklarını söylemişlerdir.
Matüridîler ise, bu sıfatların, zattan başka birşey olmadıklarını kararlaştırarak, hemen hemen Mutezile ile birleşmişlerdir.
Meselâ: «Kelam» sıfatı ve Kur'an-ı Kerîm'in, mahluk olup olmadığı hususunda söyle izahlarda bulunmuşlardır:
— Mutezile; Allah Tealâ'nın, ister zatından başka bir şey olsun, isterse zatının tam aynı olmasın, «Kelâm» diye bir sıfatının olduğunu kabul etmez. Ve “Kur'an-ı Kerim mahluk-tur» der.
— Eş'ariler ise bu meselede, fıkıh ve hadis âlimlerinin metodunu izlediler. Kur'an-ı Kerîm'in, « Allah'ın kelamı olduğunu ve mahluk olmadığını ileri sürdüler.
— Matüridi , Kur'an-ı Kerim'in, mânâsının, Allahu Tealâ'nın kelâmı olduğunu, bu iti-barla kelamın, Allahu Tealâ'nın zati sıfatlarından biri olduğunu ve Allah'ın zatının ka-dimliği ile kadim olduğunu ve kelamının, harf ve kelimelerden meydana gelmediğini, çünkü harf ve kelimelerin, sonradan icadedildiklerini, sonradan icad edilen bir şeyin, varlığı gerekli, kadim bir zat'a sıfat olamayacağını, bir de sonradan icadedilen bir şeyin arazdan olduğunu, ârâzın ise, Allah'ın zatı ile kaim olamayacağını söylemiştir.
Bu izaha göre, Kur'an-ı Kerîm'in mânâsını gösteren harf ve ibareler hadistir (sonradan yaratılmıştır). Bundan şu neticeye varılır:
Kur'anı Kerîm'in, kadîm olan mânâsını ifade eden harfleri, lâfızları ve ibareleri hadistir.
Hülâsa, Kur'an-ı Kerîm, üç vasıfla sıfatlandırılmıştır.
—Mutezileler, Kur'an-ı Kerim'i «mahluk» olarak sıfatlandırmışlardır.
— Eş'ariler, fıkıh ve hadis âlimleri, Kur'an-ı Kerim'in «mahluk» olmadığını söylemiş-ler, fakat onu, «kadim» olarak sıfatlandır-mamışlardır.
— Matürîdîler ise, Kur'anı Kerîm'in, kadîm olan mânâsını ifade eden harfleri, lâfızları ve ibareleri hadis
olduğunu söylemişler ve O'nun «mahluk» olduğunu söylememişlerdir. îşte ihtilaf konu-su budur, ihtilaflar, herhangi bir neticeye varmamaktadır.
f) Matüridî, Allah Tealâ'nın, kendisini sıfatlandırdığı bütün sıfatları ve halleri, olduğu gibi kabul edip, asıllarını reddederek, onları değiştirmeye girişmemesiyle beraber Allah Tealâ'nın, cisimden, mekandan ve zamandan beri olduğunu kabul eder. Allah Tealâ'nın «yüz», «el», «göz» gibi uzuvlara sahip olduğunu zahiren ifade eden âyet-i kerîmeleri, te'vil eder ve daha önce beyan ettiğimiz prensibine göre hareket eder. O da; «Müteşabih âyetleri, mânâsı açık muhkem âyetlerle izah prensibidir.» Meselâ; Matüridî, «...Ve sonra Allah arşı istiva etmiştir... âyet-i celilesindeki «istiva» kelimesini «Düzgünce yarattı» şeklinde izah etmiş. «... Biz ona şah damarından daha yakınız. âyet-i celîlesini, «Allah Tealâ'nın azametine ve kudretinin kemaline işaret ediyor.» diyerek izah etmiştir. Böyle-ce Matürîdi, her teşbihi veya cisim nisbet etmeyi, yahut yer ve zaman izafe etmeyi te'vil eder,
— Eş'ari'den ise, bu hususta iki görüş nakledilmektedir. Birinci görüşünü «îbane» adli eserde zikreder. Bu görüşe göre Eş'arî, müteşabih âyetlerin tevil edilemiyeceğini, Allah Tealâ'nın «eli» bulunduğunu fakat onun elinin, yaratıkların eline benzemiyeceğini, çün-kü O'nun, Kur'an-ı Kerîm'de «... O'nun hiçbir benzeri yoktur...» buyurduğunu söyler.
«Lem'a» adlı eserde zikrettiği ikinci görüşü ise; müteşabih âyetlerin, muhkem âyetlere göre tevil edilebileceğidir. Nitekim, Matüridî de aynı yolu tutmuştur.
Bu görüşün, Eş'arî'nin son görüşü olduğu anlaşilmaktadır. Çünkü Eş'arîler, bu son görü-şü kabullenmekte «Allah'ın eli veya yüzü vardır» diyenin, Allah'ı yaratılanlara benzeten kimselerden olacağına dair hüküm vermektedirler. Evet, bu son görüş, tamamen Matürî-dî'nin görüsünün aynısıdır.
g) Allah Telaâ'nın görülmesi meselesi. Kur'an-ı Kerim'de, Allah TeaIâ'nın, âhirette görü-leceğine dair âyet-i celîleler mevcuttur. «O gün, Rablerine bakan, pırıl pırıl parlayan yüzler de vardır.» Buna dayanarak, Eş'arî, Allah Tealâ'nın, kıyamette görüleceğini kabul ettiği gibi, Matürîdi de kabul etmiştir. Ancak, Mutezile fırkası, Allah Tealâ'nm görüle-ceği görüşünü reddetmiştir. Çünkü Allah'ı görmek, görenin ve görülenin bir yerde bu-lunmasını gerektirir, bu ise, Allah Tealâ'ya «Mekân” isnad etmek olur. Halbuki Allah Tealâ, herhangi bir yerde bulunmaktan münezzehtir. Zaman mefhumu O'nun için söz konusu değildir deşiştir. Allah Tealâ'nın kıyamette görüleceğine inanan Matüridî, "Allah Tealâ'nın, kıyamette görülmesi meselesinin, kıyamete ait hallerden olduğunu, bu halle-rin, keyfiyetlerinin ne olduğunu ancak, Allah Tealâ'nın bilebileceğini, bizlerin bu husus-ta, keyfiyetin nasıl olacağını bilmeden, sadece, Allah'ın görüleceğini beyan eden metin-leri bildiğimizi söyler.
Böylece Matüridî, Allah Tealâ'nın, kiyamette görüleceği neticesine varır.
Görülmesinin, nasıl olacağını anlatmaya kalkışmanın mantıksız bir saldırı olduğunu beyan eder. Allah Tealâ'nın, nasıl görüleceğini, gerek olumlu gerek olumsuz yönden bilmeye çalışanın, haddini aştığını, ilminin üstünde olan bir şeyi öğrenmeye çalıştığını 'söyler. Halbuki, Allah Tealâ söyle buyurur: «Ey insanoğlu, bilmediğin bir şeyin ardına düşme. Çünkü, kiyamet gününde, kulak, göz ve kalb, işte bütün bunlar, yaptıklarından mes'uldürler.»
h) Büyük günah; İslâm âlimleri, mümin olan kişinin, cehennemde ebedî kalmayacağı hususunda ittifak etmislerdir. Ancak, cehennemde ebedi olarak kalmayacak olan mümi-nin kim olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir.
— Haricîler, büyük veya küçük, hertürîü günah işleyenin, kâfir olduuğnu söylemişler-dir. Onlara göre, bu gibi bir insan ne müslümandır, ne de mü'min.
— Mutezile ise, büyük günah işleyeni müslünan sayar, fakat onun mü'min olduğunu kabul etmez. Onun, samimi bir tevbe ile tevbe etmedikçe ebedi olarak cehennemde kalacağını, fakat göreceği âzâbın, Allah'a ve Resul'üne iman etmeyenlerin azabından daha hafif olacağını söyler.
Harici ve Mutezililerin, ameli, imandan bir cüz (parça) saydıkları anlaşılıyor.
— Ameli, imandan bir cüz saymayan, Eş'arî ve Matürîdi mezhepleri ise, büyük günah işleyenin, hesaba çekileceği ve ceza görebileceği, yahut Allah'ın, lûtfu ile o kimsenin günahlarinin affedebileceğini kabul ederler. Büyük günah işleyenin imandan çikmayacağını söylerler.
Bu hususta Matüridi'nin görüşü; «Tevbe etmese dahi, büyük günah işleyen kimsenin, cehennemde ebedî olarak kalmayacağıdır.» Matüridi bu hususta yine şöyle söyler: «Al-lah Tealâ, Kur'an-ı Keriminde, kötülüğün derecesine göre insanı cezalandıracağını be-yan buyurur ve söyle der: «...Kim de bir kötülük islerse sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır. Onlar, haksızlığa uğratılmazlar...» Şüphesiz ki Allah'ı inkâr etmeyenin veya O'na ortak koşmayanın günahı, kâfir ve müşrikin günahından daha hafiftir. Allah Tealâ, cehennemde ebedî olarak kalmayi, ortak koşmanın ve inkâr etmenin cezası olarak tayin etmiştir. Şayet Allah Tealâ, inancı olduğu halde büyük günah işleyeni, kâfire verdigi ceza ile cezalandiracak olursa, kişiye, günahından fazla ceza vermiş olur. Bu da, Allah'ın, vaadinden dönmesi demektir. Allah ise, kullarına asla zulmetmez ve vaadinden asla dönmez.
Sonra, Matüridi şunları söyler; «Müminlerden, günah işleyenlerin gerçek durumu Allah-'a bırakılmıştır. Allah dilerse, kendinden bir lütuf, bir iyilik ve merhamet olarak, bunları affeder, dilerse, günahları kadar onlara azabeder. Fakat onlar, cehennemde ebedi olarak kalmazlar.
Böylece ehl-i İman, ümitle korku arasında bulunur. Allah Tealâ, küçük bir günahın karşılığında kulu cezalandırabilir, büyük bir günahı işlemesine rağmen onu affedebilir. Nitekim, bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur: «Süphesiz ki Allah, kendine ortak koşulma-sını affetmez. Bunun dışında, dilediği kimseyi affeder. Kim, Allah'a ortak koşarsa süphesiz, büyük bir günah ile iftira etmiş olur.» Hicrî 3. ve 4. yüzyıllarda, islâmî düşün-ceyi meşgul eden bu meseleler hakkında Matüridi'nin görüşleri bunlardır. Bu meseleler, âlimler arasında, fikri sürtüşmelere yol açmıştır. Âlimler, bu meseleler hakkında ihtilaf etmenin, ehl-i kıble olan herhangi bir kişiyi küfre götürmeyeceği hususunda ittifak et-mişlerdir. Âlimler arasındaki ihtilaf konusu şudur. Aralarında hangisinin metodu, saha-be-i kiram'm ve tabiinin metoduna daha uygundur? Kurtuluşa daha yakındır? Din için hayır dilemeyenlerin ortaya attıkları şüphelerden daha uzaktır? Matüridi'nin görüşleri, Ebu Hanife'nin görüşlerinin izahıdır.» denilmiştir. En iyisini Allah bilir.



Bütün konular: 31
Bütün postalar: 34
Bütün kullanıcılar: 34
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse crying smiley
 
 
   
 
   
Bugün 14 ziyaretçi (23 klik) kişi burdaydı.Allah arttırsın.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol